Fırsata çevirelim
ÜLKE futbolu açısından oldukça zor günlerin henüz başlangıcındayız... Peşin hükümlü olmamak gerekse de soruşturma aşamasında teknik takibe takıldığı iddia edilen konuşmalar ve pazarlıklar can sıkıcı... Yaşananlar, yakın geçmişte Fransa, Portekiz ve İtalya’da Marsilya, Valenciennes, Porto, Boavista ve Juventus’un başından geçenlerle birtakım benzer özellikler gösterse de bize has bir dönem geçirdiğimiz malûm... Belki de bu yüzden her kriz döneminde dile getirilen ifadeyi futbolumuza uyarlamamız gerekiyor, “Bunu fırsata çevirmeliyiz...” Olaylar ilk patlak verdiği günden bu yana insanın içindeki kötümser hisler her ne kadar ağır bassa da enseyi karartmadan, iyimser duygulara şans vermekte fayda var. En azından iyimser olmak istiyorum artık... Zaten kaybedeceğimiz pek bir şey kalmadı gibi... Yaşananlar üzerinden fırsat yaratıp, futbol düzenimizi ‘başkalaştırmak’ adına çözümler üretelim... İngiltere’de holiganizmin tavan yaptığı dönemde UEFA, İngiliz takımlarına kupalardan 5 yıl men cezası vermiş; dönemin Başbakanı Margaret Thatcher, “Bu bizim holiganlar için az bile” demişti. Bu kararın ardından atılan adımlarla Ada’da tribünlere gelen seyirci profilinde ve davranışlarında gözle görülür şekilde değişiklik fark edilmiş, hatta çoğunluğu gün ışığında oynanan maçlarla Premier Lig günümüzün en değerli ligi haline gelmişti. Hakeza Almanya... İngiltere ve bizden farklı bir örnek belki ama yine de emsal almaya değer... 2006 Dünya Kupası’na ev sahipliği yapma hakkını elde ettikten sonra renove ettiği statlarında artık iğne atılacak yer bulunamıyor. Borussia Dortmund seyirci rekorları kırıyor. Bayern Münih, önümüzdeki sezon iç sahada oynayacağı biletlerin tamamına yakınını şimdiden satmayı başarıyor... Kısacası yakın geçmişte Neo-Naziler’in olay çıkardığı maçlar şimdilerde aileler tarafından ‘bir hafta sonu eğlencesi’ olarak değerlendiriliyor. Modernize edilmiş statlarda öğlen 16.30’da başlayıp, 18.15’te biten karşılaşmanın ardından hep beraber akşam yemeğini yiyerek, bir kere geldikleri ‘hayat’ın tadını çıkarıyorlar!.. Ailecek... Tamam, örnekler aynı değil hiç kuşku yok ki, ancak nasıl ki geçmişte Avrupa’nın göbeğinde futbolun çehresini değiştirmek adına böylesine kararlar alınabilip, fırsatlar değerlendirilebildiyse, bu coğrafyada da bu tür adımlar atılabilir... Ve artık taraftar da topa girmeli... Sadece nifak tohumları eken arkadaşlarıyla değil, aklı başında rakibiyle de maçı birlikte seyredebileceği gerçeğini görmeli... Geçtiğimiz günlerde okuduğumuz bir taraftar manifestosunu şiar edinmeli... ‘Taraftar Birliği’ kurup federasyon ve kulüp bazında temsil hakkı elde etmeli... Göreve gelir gelmez kucağında ‘bomba’ bulan yeni federasyon da patlak veren olayların doğuracağı sonuçlar dışında futbol izleyicisini kazanmak adına hamleler yapmalı. Futbolun patronunun kendisi olduğu gerçeğinden hareketle, yayıncı kuruluşun reyting kaygısını çok da göz ardı etmeden maçların daha erken oynatılması konusunda artık bir karar almalı. Madem zor bir sezon bekliyor bizi, önümüzdeki sene neden geçiş yılı olmasın?.. Zaten kaybedeceğimiz birçok şeyi kaybetmişiz... Futbol düzeni olarak artık ‘taban’a değmişken, ‘tavan’a yetişebilmek adına çok iyi zıplama yeteneğine sahip olmamız gerek. Yeter ki zıplamak için eksiklerimizi bilelim... Gerisi, iyimser olmak kadar kolay...