Türkiye 'İşin' İçinden Nasıl Çıktı?
Bazen insan karamsarlığa gömülür. İşin içinden çıkmanın imkânsız gibi göründüğü anlarda ortaya çıkan bir duygudur.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in bir dergiye verdiği, gazetelere de yansıyan röportajını okuyunca Türkiye’nin o karamsarlığı çoktan geride bıraktığını düşünüp, Süleyman Bey’in söylediklerinin bugün ne mânâya geldiğini irdelemek istedim.
Süleyman Demirel Türkiye’nin zor yıllarında siyasete atılmış, başbakanlık yapmış bir kişidir. Üç darbe yaşamıştır. Bunlardan birinde ‘Su İşleri Genel Müdürü’dür. Kendisini o göreve getiren başbakanını alıp idama götürmüşlerdir. 27 Mayısçıların “Türkiye’nin seçilmiş ilk başbakanı”nı katletmesi hem siyasî hayatımızı tahrip etmiş hem de politikacıların politik psikolojilerini yaralamıştır.
60’larda Siyaset
Düşünebiliyor musunuz? Sizden önce seçilmiş başbakanı deviren darbeciler, aynı şeyi size neden yapmasınlar?
60’lı yılların Türkiye’sinde darbeleri engelleyecek hiçbir kuvvet bulunmamaktadır. Dünya konjonktürü ‘üçüncü dünya devrimciliği’ diye isimlendirilmiş olan çoğu askerî cuntaların yaptığı darbelerle yönetilen az gelişmiş ülkelerin yer aldığı bir dünyadır. Coğrafyamızda Baas rejimleri bu dünyanın en bilinen örneklerindendir. Onun içindir ki 60’lı yıllarda Türkiye’nin üzerine giydirilen ‘militarizm gömleği’ yerleşmiş, ülkenin üzerine yapışmış, âdetâ 27 Mayıs’ın getirdiği bütün kurumlar ‘normal’ siyasal hayatın unsurları olarak görülmüşlerdir.
Sayın Demirel 27 Mayıs’ın getirdiği kurumlarla mümkün olduğunca ‘barış içinde’ onlara dokunmadan yaşmaya çalışmıştır. O başbakanlık döneminde çabalarını daha çok ekonomik ve toplumsal kalkınmaya yoğunlaştırmıştır. Bir anlamda Türkiye’nin sanayi gelişmesini hazırlamaya dönük girişimleri, imara ve alt yapıyı geliştirmeyi hedef alan çalışmaları ön plana çıkmıştır.
1970’li yıllarda bu alt yapının nasıl bir endüstriyel gelişmeye ivme kazandırdığını gösteren birçok gösterge bulunmaktadır. Ülkenin belli bölgelerinde yoğunlaşan kamu nitelikli endüstriyel kuruluşlar paralelinde, özel sektörün yatırımlarıyla gelişen sanayilerin de ortaya çıkmasına imkân hazırlamıştır.
Kısaca şunu söylemek istiyorum ki, Süleyman Bey siyaseten askerî ve sivil bürokrasi tarafından işgâl edilmiş ‘devlet katında’ sivil siyasete yer açmak için farklı bir alanı seçmiştir. Buna rağmen devlet katında konumlanmış olanlar, bunun için kendilerine ‘siyasal bürokrasi’ denilmesi daha uygun olan zümreler, buna tahammül etmemişlerdir. Süleyman Bey, birisi 1971’de, ikincisi 1980’de iki darbeye maruz kalmaktan kurtulamamıştır.
Demirel’in Çelişkisi
Aslında 1970’lerden itibâren toplumsal ve ekonomik hayatta tesirleri açıkça ortaya çıkan ‘sanayileşme olgusu’ yarattığı toplumsal değişme eğilimleriyle militarizmin etkilerini geriletecek neticeleri sağlamaya başlamıştır. Türkiye’nin sınıflaşması, çoğulculaşması eğilimleri gibi yeni dinamikler bu sanayileşme olgusunun ancak 1990’lardan sonra ortaya çıkan ve militarizmi tasfiye edecek kadar güçlenen tesirleridir.
Sanırım Sayın Demirel’in çelişkisi de burada ortaya çıkmaktadır. O, eski siyaset anlayışıyla meseleye baktığı için 28 Şubat’ta karşılaştığı olaya sivil bir cevap verememiştir.
Askerlerin 1978’den itibaren o yıllarda terörü neden önleyemediğini soran Demirel, aslında bir anlamda sıkıyönetim içinde terörün hızla yaygınlaştırıldığını ve bir darbeye zemin hazırlayacak kadar tırmandırıldığını sorgulamaktadır.
Bugün 12 Eylülcülerin yargılanmasını ümit ediyoruz. Sayın Demirel’in vurguladığı gibi bu 12 Eylülcüler içerisinde terör yıllarının sıkıyönetim komutanlarının özel bir yeri bulunmaktadır. Meselâ Ankara Sıkı Yönetim Komutanı 11 Eylül’de Kızılay Meydanı civarında neden 10’dan fazla bomba patlamasını önleyemediği hâlde 12 Eylül’de bütün Ankara’da tek bir olayın dâhi olmamasının hesabını vermeyecek mi? Bunları çoğaltabiliriz. Öyle anlaşılıyor ki 12 Eylül öncesi sıkıyönetim uygulamalarıyla darbe arasında inkâr edilemeyecek bir ilişki bulunmaktadır.
Demirel’in söylediği doğru fakat eksiktir. 12 Eylül Askerî Darbesi Kenan Evren’i cumhurbaşkanı yapmıştır, fakat aynı zamanda militarizmi devletten toplumu kuşatacak biçimde yeniden düzenlemeye girişmiştir.
- Milliyetçi bir aydın: Durmuş Hocaoğlu13 yıl önce
- Günün kahramanı: Türk Püriteizmi13 yıl önce
- Değişen Din mi, Toplum mu?13 yıl önce
- Değişen Dindarlık13 yıl önce
- Çin Açılımı13 yıl önce
- CHP Nereye Gidebilir?13 yıl önce
- Birey Olarak Kadın13 yıl önce
- Akbaba'nın Son Günü13 yıl önce
- MAHALLEYE BASKI MI, MAHALLE BASKISI MI?13 yıl önce
- Terör ve siyaset13 yıl önce