Teslimiyetçiliğin Kıbrıs'taki âkıbeti
“KIBRIS, Denktaş‘ın savunduğu politikalar yüzünden Rum kesiminin karşısında Türkler için bir çıkmaz sokağa girmiştir.”
“Talat cumhurbaşkanı seçilince Ada’nın önü açılacak Kıbrıslı Türkler de tıpkı Rumlar gibi refaha kavuşacak.”
“Mehmet Ali Talat ile birlikte Kıbrıslı Türkler de Rumlarla birlikte Avrupa Birliği’ne üye kabul edilecekler.”
“Çözümsüzlük çözüm değildir.”
Bütün bunlar sadece bir seçim sloganı olarak kullanılıyor olsaydı anlaşılabilir bir tarafı olabilirdi. Hatırlanacağı gibi seçim sloganı olarak bile tutarsız ve temelsiz olan bu iddialar yalnızca KKTC için değil Türkiye’nin Kıbrıs politikasını şekillendiren bir anlayışa dönüşmüştür. Mehmet Ali Talat bu söylemiyle beraber sadece başkanlık sürecinde kaybetmemiş ayrıca Kıbrıs’a da çok şey kaybettirmiştir. Kıbrıs’ın kaderiyle Türkiye’nin kaderi
ortaktır. Bunun için sadece Kıbrıslı Türkler kaybetmemiştir. Kıbrıs’taki yanlışlar veya Türkiye’nin Kıbrıs’taki yanlışları her iki ülkeye de kaybettirmiştir.
Türkiye’nin beş yüz yıl dünya ticaretinin üzerindeki patronajı olmadan bir dünya imparatorluğuna sahip olması mümkün olamazdı. Bugün için de Akdeniz’de bir Türk varlığı
olmaması, denizlerden siyasal olarak tedriç edilmiş bir Türkiye demektir ki, bu küresel bir
dünyada başta bölgesel güç olma iddiası olmak üzere birçok şeyin kaybı anlamına gelecektir.
Şimdi Kıbrıs’taki seçimleri kaybeden sadece Mehmet Ali Talat değildir. Boş ve temelsiz bir siyasetin iflasıdır seçim sonuçlarında tescil edilen.
Kendilerine “solcu” ve benzeri sıfatları her ne gerekçeyle yakıştırdıkları durumlarına bakılınca pek anlaşılmayan Talat‘ın partisi, aslında Avrupa merkezli bir hâkimiyet ideolojisinin Türkiye’ye yönelik iddialarının takipçisi olmanın dışında bir yerde durmamaktadır.
Avrupa ülkeleri Kıbrıs meselesini BM platformu dışında bir başka platforma yani AB’ye taşıyarak Londra ve Zürih anlaşmalarında ortaya çıkan hukuki durumu tasfiye etme arayışındaydılar. Buradaki amaç Londra’yı ya da Atina’yı devre dışı bırakmak olmayacağına göre, ortadadır; Kıbrıs konusunda Türkiye devre dışı bırakılmalıdır. Talat ve partisinin solcu olmasını gerektirecek bir toplumsal ilişkiler sisteminin s’sinin dahi bulunmadığı Kıbrıs’ta siyasi meselenin sağ-sol çerçevesinde konumlandırılması ya cehaletle ya da esas misyonlarını gizlemek için bu tür kavramların arkasına saklanma ihtiyacı ile ilgili olabilir.
Kıbrıs’taki gelişmeler ortaya koymuştur ki, sorun Kıbrıs’ta yaşayan Türkler ile Rumlar arasında bir sorun değildir. Sorun Türkiye ile Batı arasındadır ve Türklerin Kıbrıs’taki varlığıyla ilgilidir. AB aldatmacısının Kıbrıs’ta çok uzun ömürlü olmaması şaşırtıcı değildir. Rum Kesimi’nin Ada’nın bütünü adına AB üyeliğine kabul edilmesi bu aldatmacayı bitirmiş, yalana dayalı senaryonun sahiplerinin maskelerinin düşmesine yol açmıştır.
Türkiye’nin bu süreçte AB ile müzakereye başlamak adına Batı’nın Kıbrıs politikasına rıza göstermesi, Türkiye ve Kıbrıs Türkleri aleyhine olmuştur. Kıbrıs halkı yanlışı görmüş ve temsilcilerini tasfiye etmiştir. Ancak bu sorunu tek başına çözmüyor. Çünkü öyle bir çıkmaza girilmiştir ki Kıbrıs Türkleri ve Türkiye’nin karşısında çözüm yolu dayatacak duruma gelmiş olan bir AB vardır. Çözüm nerede? “Türkiye’nin AB üyeliğinden geçmektedir” demek ne kadar akla yatkın? Eğer çözüm AB üyeliğiyse, “Peki ne zaman?” diye sormamız lazım gelmez mi? Bu sorunun cevabını başta bu politikaları yürütenler bilmemektedir. Ama Batı ne istediğini biliyor. Kısacası Talat’la birlikte Türkiye’nin yanlış Kıbrıs politikasını sürdürenler de hüsran yaşadılar.