Toplumsal değişim karşısında siyaset kurumu
Türk toplumu değişimin neresinde? Son yıllarda değişim sözcüğü
dilimizde kendisine birçok anlam yüklenen bir kavram olmuştur. Bu sebeple
değişimin, çoğu kimse tarafından belirsiz, gelişigüzel, içi boş bir sözcük
olarak kullanılması sık rastlanan bir durumdur. Değişim sözcüğü neredeyse
her kapıyı açan sihirli bir anahtar gibidir. Zaman zaman bu sözcüğü
kullananların herhangi bir değişme veya fikrine sahip olmaları bir tarafa
söyledikleri ve tavırlarıyla değişimi değil statükoyu sürdürecek bir tutum
içine girdikleri görülmektedir. Kısaca değişimden yana olma iddiası,
herhangi bir değişim fikrini temsil etmediği zaman, boş bir iddiaya
dönüşmektedir. Bunu anlamak için öncelikle statükoyu oluşturan durumu yapıyı analiz etmek ona alternatif bir anlayışı ortaya koyma zarureti vardır. Böyle
bir çabayı ortaya koyma gücünden yoksun olanlar ne kadar çok bu sözcüğü
kullanırlarsa kullansınlar tutucu konumlarını fark edemeyecek bir durum
içerisinde kalırlar.
TOPLUM NASIL DEĞİŞİYOR?
Toplumsal değişimin toplumların varlığını sürdüren en önemli mekanizma
olduğu bilinen bir husustur. Bir toplumun değişim üretememesi toplum
açısından ciddi bir sorundur. Değişim yaratamayan toplumların daha fazla
değişim veya daha büyük değişim üreten toplumlar karşısında geri kalacağı
birçok tarihsel ve aktüel örnekten görülebilir.
Toplumların değişim süreçlerinde ciddi sorunlar yaşaması bu gerçeği
değiştirmez. Yani nasıl değişim üretememek ciddi bir sorunsa, değişimin
yarattığı birçok olay daha önce tecrübe edilmemiş, yaşanmamış toplumsal
sorunların ortaya çıkmasına yol açabilir.
Bugün Türk toplumu büyük bir değişim dalgasının içinde yaşamaktadır.
Elbette ki toplumsal yapının değişmesi beraberinde bugün karşı karşıya
bulunduğumuz birçok sorunun temelini oluşturmaktadır. Aktüel örnekleri ele
alırsak işsizlik sorununun, ekonomik büyümenin, işgücü arzına cevap
veremeyecek bir düzeyde gerçekleşen işgücü talebinden kaynaklandığını
görürüz. Bu ise ithalata dayalı büyüme modelinin istihdam yaratamaması ve
takip edilen büyüme politikalarının "kalkınmayı" gerçekleştirmede yetersiz
kalması ile ilgilidir. Yüksek oranlarda yaşanan kentsel işsizliğin özellikle
Ankara, İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerde kent suçlarını yarattığı
bilinmektedir. Bu olumsuz örneklerin yanında Türkiye'nin sanayi sektörünün
ihracat içindeki payı hızla arttırdığı, ülkenin üretim yapısında ileri
teknolojiler kullanan işletmelerin uluslararası piyasalarda daha fazla
rekabet edebilir bir konuma yükseldiği hatırlanabilir. Bu örnekleri
arttırabiliriz.
Yaşanan bütün toplumsal sorunlar Türkiye'nin tarımsal toplumsal
yapısını tasfiye etme çabalarının sonuçlarıdır. Fakat burada şu
unutulmamalıdır: Toplum değişirken toplumsal kurumlar arasındaki ilişki de
yeni dengeler üretecek bir tarzda kurumsallaşmak durumundadır. Bu toplumun kendi iç dengelerini sağlaması demektir. Her toplum kendi dinamiklerine bağlı olarak ortaya çıkardığı değişim dalgasını ve bunun yarattığı sorunları çözecek içsel enerjiyi de üretmek mecburiyetindedir. Bunu gerçekleştiremezse değişimin yarattığı sorunlar krize dönüşür ve bu krizler karşısında çaresizlik duygusu, toplumsal psikolojiye egemen hale gelebilir. Bu bunalımın derinleşmesi, bir kaos halini alması demektir.
DEĞİŞİMİ YÖNETMEK
Hızlı yapı değişmeleri geçiren toplumların ortaya çıkan toplumsal sorunlara cevap verecek, bu sorunları çözecek yaklaşımların başında değişimi anlamak ve yönetmek gelmektedir. Bu işi kim yapacaktır? Bu işi yapacak olanlar elbette ki uzaydan gelen adamlar olmayacaktır. Her toplum kendi değişimini yönetecek unsurları ve kadroları yaratmak durumundadır. Bunlar unsurlar arasında siyaset kurumunun vazgeçilmez bir yeri vardır. Eğer siyaset kurumu toplumun yaşadığı olayları, değişim sorunlarını kavrayacak ve bu süreci yönetecek yaklaşım ve araçları geliştiremiyorsa sorunlar büyüyecek demektir. Bu durum krizin habercisidir.
Türkiye bugün bütünüyle bu değişimi yönetememe sorunuyla karşı karşıyadır.