Ortadoğu'da gelişmeler ve Türkiye (4)
NOBEL ödüllü Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez en ünlü romanı Yüz Yıllık Yalnızlık’ın sonunda şöyle yazar: “Aureliano Buendia şifreleri çözdüğü anda aynalar (ya da seraplar) şehrinin rüzgârla savrulup yok olacağı, insanların anılarından silineceği ve yazılanların evrenin başlangıcından sonuna dek bir daha yinelenmeyeceği yazıyordu.”
Bundan 98 yıl önce tasarlanmış, tasarlanandan farklı şekilde oluşturulmuş Ortadoğu-Maşrık siyasi coğrafyası Marquez’in hayali şehri Macondo gibi savrulup yok oluyor. Sınırları henüz resmen silinmese de bildiğimiz haliyle Suriye ve Irak artık yok.
20 sene önce Avrupa’nın son kozmopolit siyasi alanı Bosna-Hersek’in başına geldiği gibi bu iki ülkenin toplumsal profili değişecek. Mezhep ve dinlerin bir arada var olabildiği çerçeve sona erecek, zaten büyük ölçüde erdi de. Artık bölgeler tek mezhepli, tek dinli hale gelecek. Düzgün bir devlet yapısı oluşturamayan, toplumsal kesimlerin arasında birlikte yaşama yollarını bulamayan bu toprakların sakinlerini uzunca bir süre kavruk bir gelecek bekleyecek.
Yeni dönemin siyasetini belirler, dış politikaya yol gösterecek bakış açısını şekillendirirken bu gerçeklikten yola çıkmak gerekir. Zeminin ne denli kaygan, olduğu göz önünde bulundurulursa, takıntılar, saplantılar ve vehimlerle düşünme alışkanlığından vaz geçmek gereği aşikârdır.
ABD’nin Irak işgali ardından izlediği politikalar devleti çökertti. Bu devletin yeniden kurulması zor ve devleti kurmak yerine mezhepsel iktidarı tercih edenlerin eli güçlü. Suriye açısından da benzer bir durum söz konusu. Ne var ki Şam yönetimi İran ve Rusya destekleri sayesinde kendi kontrolü altındaki bölgede iyi kötü devlet işlevlerini yerine getirebiliyor. Ülkenin gerisi ise bir harabe halinde, şiddeti en insafsızca kullanabilenlerin insafına bağlı bir düzene mahkûm.
Irak’ta IŞİD’in şimşek hızıyla gerçekleştirdiği harekâtların ardından kısa dönem için şu değerlendirmeleri yapabiliriz: Suriye’de Esad rejimi yerini sağlamlaştırdı. Kürdistan Bölgesel Yönetimi Kerkük’ü de alarak genişlettiği sınırları içinde konsolide olmaya başladı. Obama yönetimi istisnai bir baskıyla karşılaşmadığı taktirde Irak’a müdahale etmeyecek. Bu durumda Bağdat’ın düşmesini önlemek, Şii iktidarının sürmesini sağlamak İran’a düşecek. Tahran, bu durumda Irak üzerindeki hâkimiyetini artıracağı bir konuma geldi.
IŞİD rüzgârı dinip, ortalık durulduğunda özellikle Şiilerin hâkim olduğu alanlarda İran Bağdat üzerindeki etkisini perçinler. ABD ile işbirliği yaparak bu sonuca vardığı takdirde Tahran’ın bölgedeki ağırlığı ciddi şekilde artar. Türkiye açısındansa yapılması gereken, ilişkilerin ortak çıkarlar nedeniyle gayet sağlıklı geliştiği Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile daha da yakınlaşmak olacaktır.
Bu bağlamda Birinci Dünya Savaşı sonrasındakine benzer şekilde bir Türk- Kürt ittifakı kurulacaktır. Bu tablonun tamamlanması ve gerek İran gerekse IŞİD’in Suriye tarafındaki etkisini kırabilmek içinse Ankara’nın PKK bağlantısı nedeniyle bir türlü düzgün ilişki kuramadığı PYD ile yakınlaşması gerekecektir.
Son olarak da Ankara, Suriye’deki başkaldırının iç savaşa dönüşmesinden itibaren müsamaha gösterdiği Cihadcı gruplarla arasına mesafe koymayı surdürecektir. Cihadcıların ülke içindeki sempatizanları veya sızan militanlarıyla eylem gerçekleştirmesini engellemek için istihbaratın güçlenmesi, güvenilir hale gelmesi şarttır.
Ama her şeyden önce Türkiye’deki siyasetçilerin mezhep ayrımcılığını körükleyen söylemden ve politikalardan, Kürt meselesinde de topu sürekli taca atmaktan vazgeçmeleri gerekecektir. Başa dönecek olursak eğer Türkiye laiklik ve çoğulcu demokratlığı bugünkü gibi ciddiye almamayı sürdürürse güneyindeki yangının kendi içine sirayet etmesini kolaylaştırmış olacaktır.
- Veda ve teşekkür5 yıl önce
- Bir seçimi kazanmak ya da bugünler için La Bamba5 yıl önce
- NATO'nun belirleyici rolü5 yıl önce
- NATO5 yıl önce
- Trump Amerika'sı5 yıl önce
- Demokrasi olgunluk sınavını veriyor5 yıl önce
- Seçim5 yıl önce
- Yavru köpeğin bakışı, Ayşe Hanım'ın sözleri5 yıl önce
- ABD'nin yolu5 yıl önce
- G-?5 yıl önce