Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hırsın aklın, ihtiyatın, sağduyunun veya sorumlu davranışın önüne geçmesi yalnızca siyasi alanda rastlanan bir olgu değil. Hayatın her alanında insanlar hırsın önlerine koyduğu tuzaklara düşebiliyor. Özellikle zamanın akışının çok hızlandığı ve önemli/şöhretli/etkili olmak isteyenlerin bunu sabırla kuyu kazarak, birikimlerini derinleştirerek değil Twitter hızıyla yapmalarının mümkün olduğu bir dünyada.

        Alışık olduğumuz kalıpların büyük ölçüde geçerliliklerini yitirdikleri bir dünyada hırsın en çok körüklediği eğilim spekülatif düşünce oluyor. O tür düşünce uyarınca da herkesin kendine göre bir büyük "matrix"i bulunuyor. Matriks dünyayı açıklamaya yetmiyorsa dünyadaki olaylar o matriksin içine sığdırılmaya çalışılıyor.

        Çoğunlukla böyle bir yaklaşımın sonu bilimsel analizden çok, çarpıcı iddiaların tercih edilmesi oluyor. Doğrusu spekülatif düşünce, çarpıcı ve aksi kanıtlanamayacak iddialar, kılı kırk yararak yapılmaya çalışılan tahlillerden daha heyecan verici. İyi de kamuoyunu bilgilendiren, hatta yönlendiren insanların da asgari düzeyde doğru bilgi aktarmak gibi bir yükümlülükleri olması gerekiyor.

        Dün Serdar Turgut'un atıfta bulunduğu Robert Kaplan uluslararası ilişkiler konusunda gerçekten önemli eserleri bulunan bir gazetecidir. Çok farklı açılardan Soğuk Savaş sonrası dünyanın dinamiklerini kitaplarında irdelemiştir. Son kitabı Coğrafya'nın İntikamı başlığını taşıyor. Küreselleşen, ağlarla birbirine bağlanan dünyada bile coğrafyanın, uluslararası ilişkileri tanımlamada başat bir rol oynadığını savunuyor.

        Robert D. Kaplan, fikirleriyle hemfikir olsanız da olmasanız da, dikkate alınması gereken bir yazar. Dolayısıyla eğer Turgut'un yazdığı gibi Kaplan "Amerika Osmanlı İmparatorluğu'nun yeniden İnşasına Yardımcı Oluyor" diye bir makale yazmışsa ona bakmaya değer.

        Bu durumda, temel olguları bile yanlış, Almanya'nın AB içinde siyaseten ön plana çıkmamak için verdiği mücadeleden, tarihi travmalarından bihaber bir makaleyle karşılaşmak beni şaşırttı. Sonunda anlaşıldı ki makalenin yazarı Robert E. Kaplan'dır, yani bir başkasıdır. Kendince sıkmaktadır. Analizden çok fantezi alanında değerlendirilmesi gerekir.

        Gerek dünyada gerekse Türkiye'de Obama dönemi Amerikan dış politikasının temel belirleyici unsurlarından birisinin Bush döneminin feci mirası olduğu çok yavaş anlaşılıyor. Amerikan toplumunda ve hatta ordusunda özellikle Ortadoğu'da yeni bir savaşa bulaşma arzusu hemen hiç yok. (Çok zorlanırsa İran ve yalnızca hava harekatı şeklinde istisna olabilir).

        Asya'ya öncelik veren, içerideki siyasal kutuplaşma nedeniyle kurumları kilitlenmiş ABD'de Obama yönetimi de diplomasiye, dünyayı şekillendirmeye fazla enerji harcama niyeti taşımıyor. Tam da bu nedenle dünyanın sorunlu bölgelerinde ABD'nin sorunlara lakaytlığı, güç kullanma isteksizliği ve zayıf gözükmesi ciddi bir sorun diye görülüyor. O zaman da Suudi Arabistan gibi bölge güçleri Mısır'da sazı ellerine alıyor.

        Türkiye'nin 11 Eylül'den ve özellikle Irak savaşından beri bölgede etki alanının artması bir ölçüde Washington'un Ankara'yı yakın bir ortak gibi görmesinden kaynaklanıyordu. Türkiye'nin güç ve birikimi etkili bir ülke haline gelmesi için yeterliydi. Ne var ki Türkiye kendi ağırlığını fazla abartılı değerlendirdi. Kibirden kaynaklanan hırsa yenildi.

        Sabırla daha fazla güç biriktirmeye çalışacağına, önceliklerini daha ince eleyip sık dokuyarak belirleyeceğine, gücünü iktisatlı kullanacağına kaynaklarını, enerjisini dağıttı har vurup harman savurdu. Dış politikadaki dağınıklık görüntüsünün ardında kanımca bu var. O dağınıklığın iç politika oyunlarıyla birleşmesi sonucu ortaya çıkan dünyaya düşman ve mütecaviz dil ise ne yazık ki Mısır siyasetindeki ahlaki ve ilkesel duruşu da gölgelemektedir.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar