Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YARIN bayram. Özellikle dini bayramlarda toplumların önüne kendilerini dinlemek, bir muhasebe yapmak, huzuru aramak veya bulmak için bir fırsat çıkar. 21. yüzyılın dünyasında dinin bu dinginlik veren boyutu hemen tüm kadim dinlerde giderek arka plana atılıyor. Veya orada kalıyor. Kimlik ve kültürel politikaların giderek siyaset analizine, insanların varoluş ve davranışlarına daha fazla egemen olmasıyla dinin uhrevi boyutu zayıflıyor.

        Uzun zaman var ki Türkiye bayramlarını bir muhasebe, iç hesaplaşma, huzur arayışı vesilesi olarak görmüyor. Siyasetin, günlük hayatın dili hoyrat, sert ve çoklukla dışlayıcı oluyor. Dilin kıvrımlarına sızmış ayrımcılık, küstahlık, nefret esintileri insani ilişkileri keskinleştiriyor, bazen köprüleri yıkıyor. Siyaseten belirlenen sınırlardan konuşmazsanız, dinin vicdanla bağını kurarak düşüncenizi kurgulamazsanız, sözünüzü 'kabul edilebilir' çerçevede tutmazsanız topa tutulabiliyorsunuz. İnsanlık ortak paydası hızla eriyor, yok oluyor.

        Bu bayrama Türkiye hapishanelerinde ölüm orucu boyutlarına gelmiş açlık grevleriyle giriliyor. Başladıktan ancak 5 hafta kadar sonra medyaya yansıyabilen bu açlık grevleri kamuoyunda yankı yapmıyor. 1990'ların ortalarında ya da 2000 yılındaki açlık grevlerinde kamu vicdanı isyan etmişti. Her ne kadar "Hayata Dönüş" operasyonuyla, devlet bildiğimiz devletliğini yapmış ve kendisine emanet edilmiş mahkûmları öldürmüşse de bari bundan rahatsızlık duyulmuştu. Artık aynı duyarlılık bu toplumda yok.

        Bugünkü açlık grevi eylemcileri PKK'lı. Sırf bu nedenle ölmelerinin iyi olacağını düşünenlerin sayısı bir hayli kabarık. Açlık grevinin sona ermesi için üç şart ileri sürülüyor. Abdullah Öcalan'ın tecridinin kalkması, anadilde savunma hakkı ve anadilde eğitim. Bugünün Türkiye'sinde bunların asla kabul edilmemesi gerektiğine inanan milyonlarca insan var kuşkusuz. Açlık grevi/ölüm orucu hele de örgütlü bir bağlamda yapılıyorsa, bana ters gelen bir eylem türü aynı zamanda.

        Mesele de tam burada başlıyor zaten. Mahkûmların siyasi duruşlarından hoşlanmasak da, eylemlerini tasvip etmesek de, hele ki bir bayram döneminde, böylesi bir insanlık dramının yaşanmasına karşı çıkacak ortak bir vicdan üretemiyor muyuz? Çok dindar insanlardan oluşan hükümet siyaseten nefret etse de burada insani bir girişim yapmayı inançlarına aykırı mı buluyor? "Böylesine bir düşmanlıkla barış nasıl inşa edilir" diye düşünmek bu denli zor mu?

        Sonuçta Öcalan'ın tecridini kaldırabileceğini bizzat Başbakan söylüyor. Anadilde savunma hakkı AKP Kongresi'nde dağıtılan programda yazılıydı. Toplum 28 yıldır akan kandan bıkkın. Hemen hiçbir şeye tepki göstermiyor ama çözüm arayışlarından rahatsız olduğuna dair de bir emare yok. PKK'nın gaddarlığı ve şirazesinden çıkmış şiddeti şu sıralarda en çok Kürtleri vuruyor. Meşru bir hükümetin bu durumda kendi davranışını bir şiddet makinesinin kalıplarına göre tanımlaması gerekmez.

        Bir şekilde ve geri dönülmez nokta geçilmeden bir çözüm bulunmazsa ölümler başlayacak ya da bu grev bittiğinde pek çok mahkûm bir daha asla normal hayata dönemeyecek. Tüm bunlar şimdi hiç hissedilmese de toplum olarak bir insanlık, vicdan ve din sınavından daha çaktığımıza delalet edecek.

        Bugünkü yöneticilerimiz Batı medeniyetinin zayıfladığına, hatta çöktüğüne iman ediyorlar. Bunun yerine daha çoğulcu bir uygarlık anlayışının, yeni değerlerin geleceğinden dem vuruyorlar. Kuşkusuz burada İslam dünyasına ve özellikle Türkiye'ye çok önemli bir rol de biçiyorlar. Korkarım bir bayram bağlamında bile çok insani bir tepkiyi gösteremeyen yöneticiler/toplumlar o rolün hakkını da veremeyeceklerdir.

        Herkese iyi bayramlar dilerim.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar