Yalnız ve güzel ülkemiz
NE demişti Nuri Bilge Ceylan 2014 yılında Cannes Film Festivali’nde büyük ödülü alırken? “Bu ödülü tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme ithaf ediyorum.” O zamanlar bu söylediğiyle tam ne demek istediği çok tartışılmıştı. Kendisi ketum olduğundan pek bir açıklama da yapmamıştı hatırladığım. Siyasi bir mesaj mı vermişti, başka bir şey mi söylemek istemişti? Ülkenin güzelliği hakkında, milletçe üzerinde gerçekleştirdiğimiz tüm tahribata rağmen, pek bir görüş ayrılığı yoktu. Ceylan’ın kendisi tüm filmlerinde bu güzelliği (belki de kaybolmadan bir kaydedeyim dürtüsüyle) çarpıcı çekimlerle perdeye yansıtmıştı.
‘BAŞKA DOST YOK’
Ülke güzel olmasına güzeldi, lakin acaba bu yalnızlık meselesi neydi? O günün Türkiye’sinin yalnızlığı mıydı gündeme getirmek istediği yoksa genel olarak hemen tüm toplumda var olan “bize bizden başka dost yoktur” düsturundan beslenerek mi bu mesajı sinema dünyasının kaymak tabakası ve dünyadaki izleyicilere vermek istemişti? Cevapları bilmiyorum.
Doğrudur, Türkiye geçmişe göre, hatta 2014’e göre daha yalnızdır. Üstelik bu yalnızlık yalnızca Batı ile olan ilişkilerine dair değildir. Batı dışındaki önemli ülkeler arasında, hele de Ortadoğu’da da, birkaç istisna bir yana bırakılırsa, bugünlerde Türkiye önemsenir ancak sevilmez, gerekli ancak neredeyse dostsuz bir ülkedir. Ancak bu yalnızlık başkalarının Türkiye’yi mahkûm ettiği bir durum olduğu kadar Türkiye’nin de tercihidir. Ülkenin tanımlayıcı ruh hali geçmişten beri “yalnız kurt” sendromuyla belirlenmiştir.
İSTENİLEN BU DEĞİLDİ
Türkiye’nin Batılı müttefiklerinin 15 Temmuz’daki darbe teşebbüsüne verdikleri tepkiyi hemen tüm toplum yetersiz buldu. Gerçi o gece ve ertesi gün verilen beyanların listeleri darbenin yıldönümünde Avrupa gazetelerinde yayımlandı. Ama istenen, daha doğrusu yapılması gereken elbette beyanlardan öte bir şeydi. AB veya üyelerinden üst düzey şahsiyetler Ankara’ya gelip yarım saat bile kalsa, arada Meclis’e gidip iki çiçek bıraksa, güçlü bir dayanışma mesajı vermiş olurlardı.
Darbe girişimi sonrasında hükümetin kantarın topunu kaçırmaması konusunda sert tavırlar koymadan önce, yaşananlarla ilgili bir takdir cümlesi iyi gelebilirdi travma yaşayan kamuoyuna. Kitlenin hangi saikle olursa olsun sivil yönetime ve demokrasiye sahip çıkmasının önemi güzelce vurgulanabilirdi. Türkiye’nin demokratik değerleri sahiplendiğinden duyulan sevinç de dile getirilebilirdi. Ondan sonra uyarılara geçilse, yaşanan bir yıl boyunca tanık olunan aşırılıklara yönelik eleştirileri daha fazla dinleyen çıkar, edilen sözlerin kamuoyunda bir ağırlığı da bulunurdu.
Denebilir ki yurtdışında çok iyi örgütlenmiş, yüksek mevkilerdeki şahsiyetlere erişimi olan FETÖ bu çarpıklığın da müsebbibiydi. O zaman yapılması gereken Türkiye’deki darbecilerle ve onların işbirlikçileriyle mücadeleyi hukukun çerçevesi içinde kalmaya daha da özen göstererek yapmaktı. Bu darbenin planlayıcı ve uygulayıcı gücünün, darbeye katılanların çoğunun örgüt üyesi olduğuna ikna edilemeyenler çok Avrupa’da ve ABD’de. Davalar başladıktan sonra kanıtların, görüntülerin, ifadelerin, geçmişteki atamaların ve bağlantıların ortaya çıkmasına, Sedat Ergin gibi titiz çalışan gazetecilerin bu bağlantıları, örgütlenme sürecini, planın işleyişini kapsamlı şekilde yazıya dökmelerine rağmen...
SAĞIRLAR DİYALOĞU
Türkiye’nin buradaki yalnızlığı açıktır. Ne var ki dışarıda yapılan çalışmaların hedefe ulaşmasının önünde içeride yaşananlar bir engeldir. Diğer bir engel tezinizi anlatmak için seçtiğiniz yöntem ve kullandığınız dildir. Burada da öfkenin dili hukukun mantığına ve kanıtların ağırlığına galebe çaldıkça bir sağırlar diyaloğundan ötesine gidilemiyor. Bu aşılamadıkça AB ile, üyeleriyle olan bağ da gevşiyor.
Güzel ülkenin ve onun hak, hukuk, özgürlük ve adalet arayan kamuoyunun yalnızlığını da bunlar perçinliyor.