Macaristan'ın nankörlüğü
Yaklaşık bir ay sonra Macaristan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgal edilişinin ve Imre Nagy liderliğinde ortaya çıkan bağımsızlıkçı akımın sonunun getirilmesinin 60. yılı olacak. O dönemde Batı blokunun kullandığı Soğuk Savaş’ın propaganda araçları, komünizm illeti altında ezilen Orta ve Doğu Avrupalılardan bahsederdi. Özgürlük arayışlarında Batı’nın yanlarında olduğu söylenirdi. Propaganda ile bunun arkasındaki gerçeklik hayli farklıydı.
Avrupa, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ikiye bölünmüştü. Bölünme yalnızca Sovyetler Birliği ile ABD’nin Avrupa üzerindeki hâkimiyet alanlarını tanımlamakla kalmıyordu. Stalin’in iradesi, Moskova kontrolünde kalacak ülkelerin siyasi ve ideolojik yapılarının da Sovyetler’inkiyle aynı olması yönündeydi. Macaristan 1956 yılında bu düzenlemeye isyan etmişti. Macaristan’ın bu isyanı sebepsiz değildi.
Metin Toker’in tabiriyle “Orak ve Çekiç arasına kalanlar” yani Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, komünist rejimleri Kızıl Ordu’nun varlığı nedeniyle kabullenmek zorunda kalmışlardı. Buna tahammül edemeyenler, yaklaşık 15 milyon insan yerinden yurdundan göç etmişti.
1953’te Doğu Almanya, 1955-56’da Polonya’da isyanlar yaşanmıştı. 1956, Stalin’in ölümünden sonraki iktidar kavgasını kazanarak başa geçen Nikita Kruşçev’in Komünist Parti kongresinde yaptığı “gizli” konuşmada Stalin döneminin tüm suçlarını açıkladığı yıldı.
Daha önce Sovyetler tarafından iktidardan uzaklaştırılan Imre Nagy, böyle bir ortamda 1956 Ekim’inde öğrencilerin önderliğinde başlayan devrimin sağladığı halk desteğiyle yeniden başbakanlığa geldi. 1 Kasım 1956’da ülkesini Varşova Paktı’ndan çıkardı ve Macaristan’ın tarafsız bir ülke olarak tanınmasını ABD ve Birleşik Krallık’tan talep etti. Sovyet Politbürosu “sosyalist” kampta bir kırılmaya izin vermeyeceği için 4 Kasım’da, Amerikan seçimlerinden iki gün önce işgali başlattı.
“Demirperde” gerisinde kalanlara sürekli özgürlük mücadelesi mesajı veren Batı, işgal karşısında bir şey yapmadı. Propagandanın özgürlük mesajları reelpolitik hesaplara uymuyordu. Süper güçler, ufak devletler yüzünden 3. Dünya Savaşı’nı başlatmak niyetinde değildi.
Macar devriminin kanlı şekilde bastırılmasının, Yugoslav elçiliğine sığınan Nagy’nin kendisine serbest geçiş hakkı sözü verilmesine rağmen Sovyetler tarafından elçilikten çıkınca tutuklanmasının ardından (1958 Haziran’ında gizli bir yargılamadan sonra asılarak idam edilecektir) ve karanlık yeniden çöktükten sonra 200 bin Macar vatandaşı ülkeyi terk etti.
Önce en yakındaki Avusturya’ya giden Macarlar oradan dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Burada önemli olan, kanlı bir şekilde bastırılan özgürlük mücadelesinin ardından canlarını kurtarmak için ülkeden kaçan bu insanlara tüm dünyanın kucağını açmasıydı. Ülkesini 1948 yılında terk etmiş olan büyük yazar Sandor Marai, Batı’nın pasifliğini şiddetle eleştirmiş ve bir daha da geri dönmemişti. Aynı Macaristan 1989 yılının Ağustos ayında Avusturya ile arasındaki sınırı açarak Batı’ya göç etmek isteyen Doğu Almanların önünü açacak Berlin Duvarı’nın yıkılışına gidecek süreci tetikleyecekti.
Macaristan, uzun zamandır hakkında sempati beslenen bir ülke değil. Liberal olmayan demokrasi taraftarı, ülkesinin anayasasını türlü dalaverelerle otoriter yönde değiştiren Başbakanı Viktor Orban önderliğinde kendi tarihini inkâr eden bir tutum içinde.
Suriyeli mültecilere karşı en sert söylemlerden birini benimseyen, siyaset izleyen ülke Macaristan. Yaklaşık 10 milyon nüfuslu Macaristan’da 1294 Suriyeli mülteciyi kabul edip etmemek konusunda pazar günü referandum yapıldı. Referanduma katılan yüzde 43’lük seçmen kitlesinin yüzde 98.3’ü Suriyelileri almama yönünde oy kullandı. Orban, bir zamanlar Bosna’da Karadziç’in kullandığına benzer bir dille “Avrupa kimliğini savundukları” mesajını verdi.
Macaristan devriminin kurbanlarının, Nagy’nin, Marai’nin kemikleri sızlıyordur.