Gerçekçilik çizgisi
İktidarın, darbe teşebbüsünün ardından dış politikayı şekillendirirken önündeki en kritik tercihlerden birisi, bundan sonra kiminle çalışacağı ve önemli konularda kimleri dinleyeceğiyle ilgili olacak. Bugünkü gibi yalnızca “Bizim takımdan olanları dinleyelim, diplomasi işinden anlayanları devreye sokmayalım” veya “Etkilerini kısıtlı tutalım” anlayışıyla hareket edilirse, bugünden tahmin edilemeyecek zorlukların Türkiye’nin karşısına çıkacağını beklemek gerekir.
Darbe teşebbüsünün Batı medyası ve siyasi çevreleri tarafından rahatsız edici bir şekilde ele alındığı ve ciddi bir düş kırıklığı hatta öfke yarattığına kuşku yok. O mesaj yerini buldu. Türkiye’deki iktidar yapısının yakın zamanda değişmesi söz konusu olmadığına göre, ikili ilişkilerde ve Türkiye’nin, AB ve NATO ile ilişkilerinde gündem maddeleri üzerindeki çalışmalar devam edecek. Bir şekilde diyalog tesis edilecek ve kriz ortamının aşılması sağlanacaktır. Güven ortamının ve karşılıklı diş bilemenin sürmesine rağmen.
Bu noktadan sonra Ankara’nın kendi eğilimlerini, çizgisini, dış politikadaki hedeflerini daha netleştirmesi söz konusudur. İç politika gerekçeleriyle kullanılan dil ve üslup nedeniyle dış politika üzerindeki kuşku bulutunun sürdürülmesi, ülkenin çıkarlarına uygun değildir. Bu da, bir yandan içeride darbe teşebbüsünün bastırılmasının ardından haklı olarak yaşanan coşkuyu yatıştırmayı, diğer yandan da Türkiye’nin müttefiklerini her türlü musibetin kaynağı olarak gösteren söylemi yumuşatmayı gerektirir.
Bu bağlamda, kuşkusuz AB’nin öncelikle Türkiye’ye başmuallim edasıyla konuşmaktan vazgeçmesi gerekecektir. Üyelik bugünün konusu değildir. İki tarafta da böyle bir arzu yoktur. Bu durumda tarafların ilişkilerini yeni bir zemin üzerinde tanımlamaları ve işbirliğini buna göre şekillendirmeleri birinci gündem maddesidir. Türkiye’de ise AB’ye yönelik dilin yeniden ayarlanması ve Birlik’ten ne beklendiğinin netleşmesi gerekecektir.
Benzer bir durum ABD ile ilişkiler açısından da geçerlidir. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın ziyareti kapsamında o konuya döneceğim. Şimdilik şu kadarını söylemek yeterlidir; Türkiye, NATO ittifakı dışına çıkabilecek durumda değildir. Öngörülebilir bir gelecekte, o üyelik sürecektir. Ancak Türkiye komşularıyla diğer üyelerden farklı nitelikte ilişkiler kurmak isteyecektir ve kurmalıdır. Burada da gerçekçiliği elden bırakmamak gerekir.
Örneğin geçen hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Vladimir Putin’i ziyareti üzerinden hayli abartılı bir değerlendirmeyle dünyada yepyeni bir güç ekseninin oluştuğunu iddia etmemek akıllıca olur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya’ya gittiği günlerde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde yapılan bir toplantıda, Rusya’nın daimi temsilcisi Vitali Çurkin’in Türkiye’ye epeyce yüklendiğine dair bir haber Colum Lynch imzasıyla dünkü Foreign Policy Dergisi’nde çıktı. Lynch’in kaynaklarına göre, Çurkin’in ağır eleştirisinin nedeni, Türkiye’nin sınırlarından Suriye’ye silah ve terörist akışına izin verdiği iddialarıydı. Kısacası bu konuda iki ülkenin zıtlaşması sürüyor demektir.
Aynı Rusya, dün İran’daki bir hava üssünü kullanarak IŞİD mevzilerine saldırdı. Böylesi bir işbirliğinin müthiş bir gövde gösterisi olduğuna ve Suriye’nin geleceğinde Moskova ve Tahran’ın ağırlığını gösterdiğine şüphe yok. Buna karşılık, Türkiye değerlendirme hataları, hayalcilik ve inat nedeniyle Suriye’nin geleceği üzerinde etkili olma imkânlarını ciddi ölçüde yitirmiş durumda.
Hülasa, Türkiye gerçekçiliğe dönmek zorundadır ve Yıldırım hükümeti bu yola girildiğine dair pek çok işaret vermiştir. Bu yeni rotada başarılı olunması, Türkiye’nin içeride durulmasına ve dış politikadaki yeni yapıcı yaklaşımını içeride de göstermesine bağlıdır. Yeniden kurgulanan Cumhuriyet’i, dışlayıcı değil kapsayıcı bir felsefeyle yeniden kurmak gerektiğine göre, başta Kürt meselesi olmak üzere toplumsal fay hatlarındaki enerjiyi boşaltmaya odaklanmak elzemdir.