Yeni rota?
Kanlı darbe girişiminin nasıl düzenlendiği, istihbarat örgütlerinin böylesi kapsamlı bir girişimi nasıl zamanlıca haber almadıkları, Cumhurbaşkanı’na neden meselenin/tehlikenin aktarılmadığı, arada hesabı verilemeyen saatlerde önemli merkezlerde neler yaşandığı gibi sorular, henüz tam cevaplanabilmiş değil. Bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın darbeyi eniştesinden öğrendiğini söylemesi, MİT Müsteşarı’nı arayıp ulaşamadığını uluslararası bir medya kuruluşuna açıklaması, önümüzdeki günlerde sorumlu mevkilerde oturup vazifelerini yerine getirmeyenlerin hayatlarının zorlaşacağını gösteriyor.
İçeride iktidar kendince yaptığı muhasebeye ve kimleri düşman olarak konumlandırdığına bağlı olarak adımlar atacak. Kapsamlı ve kurunun yanında yaşı da yakacak bir temizlik harekâtı zaten başlamış durumda. Bu bittikten sonra devletin mutlaka yeniden yapılandırılması ve makul bir personel rejimi benimsemesi de gerekecek. O aşamada yapılacaklar devletin yeniden düzgün işleyen bir mekanizma haline gelip gelemeyeceğini, liyakatın yeniden önem kazanıp kazanmayacağını gösterecek.
Darbenin bastırılmasının ardından merak edilen, içeride yapılacak düzenlemelerin niteliğinden ibaret değil. Türkiye’nin bundan sonraki dış politika yöneliminin ne olacağı da hararetle tartışılan konulardan biri. Atalet içindeki AB’nin bu konularda etkili olabilecek bir ağırlığı yok. Birliğin kendi krizi çevresinde herhangi bir güç yansıtması yapabilmesini engelliyor. Türkiye üzerinde etkili olabilecek güç olarak bu durumda kurumlardan NATO, ülkelerden ise ABD kalıyor.
İktidar mahfillerinin ve bir kez daha müthiş bir heyecana kendilerini kaptıran iktidar yanlısı medyanın ABD karşıtlığı dozunu çok yüksek düzeyde tuttukları bir vakıa. Ankara’nın bir kez daha, o “Şanghay Beşlisi”ne katılma hevesi günlerinde olduğu gibi stratejik Rusya ile birlikte hareket etmesini savunanlar var. Hatta darbenin ABD’nin Rusya ile Türkiye’nin yakınlaşmasından duyduğu rahatsızlık nedeniyle yapıldığını iddia edenlere de rastlanıyor.
Türkiye’nin Batı’yı bırakarak (ama ABD’ye tam sırt çevirmeden) Rusya ile ve hatta İran ile işbirliği yapması fikri yeni değil. Bu iktidarın tekelinde de sayılmaz. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle Avrasyacı bir perspektifi benimseyenler bu tercihi gündeme sokmuşlar, 2002 yılında dönemin MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç da bu pozisyonu savunmuştu. Ergenekon ve Balyoz davaları, diğer boyutlarının yanı sıra TSK içindeki Avrasyacı ekibin tasfiyesini de hedefliyordu. Kanlı darbe girişimine katılanların pek çoğunun NATO’da görev almış veya NATO bağlantılı subaylar olması bu kez tasfiyenin diğer yönde gerçekleşeceğinin bir işareti olabilir.
Bugünlerde ABD’ye yönelik öfke kabarmışken, AB bir çekim merkezi olmaktan çıkmış, ideolojik takıntıyla dalınan Ortadoğu’da Türkiye’nin gücü darbe almış, prestiji eritilmiş, hayalciliği alay konusu haline gelmişken Rusya, yeniden bir çekim merkezi gibi gözüküyor kimi çevrelere.
Rusya’nın ileri gelen dış politika analistlerinden Fyodor Lukyanov, böyle bir yakınlaşmanın duygusal ve tarihsel temelini şöyle özetliyor: “Apaçık ortada olan farklılıkları ve karşıtlıklarına rağmen Rusya ve Türkiye’yi birbirlerine bağlayan ortak bir payda vardır: O da her ikisinin de tarihsel, kültürel, coğrafi olarak kendilerini asla tam olarak benimsemeyen Avrupa ile bağları bulunan iki büyük güç olmalarıdır.”
Bu ortak payda, Batı ittifakının sıkıntılı günler yaşadığı Avrupa’nın da oyundan düşmüş göründüğü bir bağlamda Türkiye’yi yeniden Rusya ile yakınlaşmaya hatta stratejik sıçrama yapmaya sevk edebilir. Böyle bir düşünce varsa eğer enine boyuna iyice tartışılması mutlaka gerekecektir.
Her şeyden önce, ordusu ağır bir travma geçirmiş ve zayıflamış bir Türkiye’nin Rusya ile ilişkisi eşitsiz olmaya mahkûmdur. Suriye’de, Doğu Akdeniz’de, Kafkaslar’da çıkarların uyumu en azından zor sağlanabilecektir. Rusya ile ilişkileri düzeltmek kesinlikle Türkiye’nin çıkarınadır. Ne var ki bu doğru, rotayı Moskova’ya kırmayı stratejik açıdan mutlaka akıllı bir tercih haline getirmemektedir.