Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Aynı anda iki farklı evrende ya da gerçeklikte yaşamak kolay bir iş sayılmaz. Türkiye bunu başarıyor! Bir yandan içeride müthiş gürültülü ve dili itibarıyla çok şiddetli bir Batı düşmanlığı var. Avrupa da Amerika da bundan payını alıyor. Sağlık Bakanı’nın IŞİD’in terör eylemi sonucunda ölenlerle ilgili “Yabancı bile olsalar nihayetinde insandırlar” mealindeki sözleri büyük bir tepki uyandırmıyor. İktidar partisinin Eyüp İlçesi’nde görevli birisinin “İsrailli iseler ölsünler” deyişi destek bulabiliyor (Öte yandan bu isim partiden ihraç edilmek üzere).

        Aynı ülkede Cumhurbaşkanı “İsrail’in bize, bizim İsrail’e ihtiyacımız var” derken, iktidar partisinin bir yöneticisi “İsrail toplumu ve devleti dostumuzdur” deyiveriyor. Başbakan’ın özellikle dışarıya yönelik söylem repertuvarında Türkiye “Avrupalı bir halk, bir Avrupa milleti” olarak tanımlanıyor. AB ile ilişkilerinin mülteciler sorunu üzerinden canlandırılması için Dışişleri Bakanlığı cansiperane bir gayret gösteriyor. Nihayetinde ne ölçüde uygulanabilir olduğu pek anlaşılmayan, daha da önemlisi gerçekleşmesi kuşkulu vize serbestisi dışında Türkiye’nin çıkarlarına neden ve nasıl hizmet ettiği kolayca belli olmayan bir anlaşma için uğraşılıyor.

        Başbakan AB ilişkilerini diriltmeye çalışırken, üye adayı Türkiye’nin insan hakları ve yargı sisteminin Birlik normlarına uygun olmasını bekleyen ve önemseyen Avrupalı devletlerin konsoloslarının bir davayı izlemeye gitmeleri Cumhurbaşkanı tarafından en ağır sözlerle eleştiriliyor. Ufak çaplı bir diplomatik kriz yaşanıyor. Üye devletler sert sayılacak açıklamalarla mukabele ediyorlar. Genel anlamda ifade özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı konularında derin kaygılara yol açan bir “yeni normallik” şekilleniyor, konsolide oluyor.

        ABD bir yandan mecaz ve teşbih aracılığıyla “Büyük Şeytan” mertebesine yerleştirilirken, iç siyaset açısından bu ülkenin Başkanı ile konuşmak tahminlerin ötesinde önem taşıyor. Buluşma, iki ülke arasındaki gerçek ve ciddi ayrılıklara ve bunların açtığı sorunlara rağmen candan arzulanıyor. Arzulanıyor zira konuşmanın üslubu ve içeriği ne olursa olsun eşitler arası bir buluşmanın fotoğrafı siyasi/sembolik değere sahip.

        Dışarıya yönelik hamleler bir yanıyla Türkiye’nin kafa karışıklığının işaretleri. Dünya siyasetinde bir ara ele geçirilmiş önemli ve etkili ülke olma konumunu yeniden elde edebilme çabasının bir parçası. Denenen ve başarısızlıkla sonuçlanan arayışların ardından Batı sistemi ile yeniden ilişki kurulmaya çalışılıyor. Bunu yaparken bir yandan çizgi dışına çıkmış olmanın bedeli sayılacak şekilde birtakım tavizler vermek gerekiyor. Diğer yandan Batı’ya karşı meydan okunduğu, aslında müttefik olan ülkelerin dize getirildiği mesajının da iç kamuoyuna aktarılması lazım.

        Olan bitene bakıldığında ise durum şöyle: Suriye’de Rusya’nın müdahalesi alandaki durumu değiştirdi. Beşar Esad bir süreliğine, Baas rejimi daha uzunca bir dönem iktidarda kalmayı başardı. IŞİD’in devletleşme çabaları ciddi şekilde engelleniyor. Bu işin başarılmasında katkısı tartışılmaz olan PYD, Suriye krizini çözmeye soyunan büyük güçler indinde makbul ve meşru. Türkiye’nin PYD hakkındaki itirazlarını duyan ya da dinleyen yok.

        Ayrıca IŞİD ile mücadele kapsamında ABD Türkiye’den Menbic Boşluğu ya da cebi diye adlandırılan bölgeyi elinde tutan örgütün, Türkiye sınırlarına ulaşımının engellenmesini istiyor. Türkiye bunu yapmadığı takdirde PYD’nin burayı ele geçirmesine ses çıkarmaması da talep ediliyor.

        Muhtemelen Biden ile kesinleşen randevuda ve Obama ile yapılacak görüşmede, asıl öne çıkacak konu budur. Belki de randevuların alınmasının asıl sebebi de Menbic Boşluğu ve bunu IŞİD’den arındırmada PYD’nin oynayacağı roldür.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar