Stratejik irade mi komplo mu?
Yeni bir Ortadoğu siyasi coğrafyası oluşacak. Bunun kavgası veriliyor, güç paylaşımı yapılıyor. Rusya’nın fiilen Suriye’deki krize müdahil olması ve sahadaki dengeleri ciddi şekilde değiştirmesiyle zaten hararetlenen mücadele, Paris’teki IŞİD saldırıları ardından iyice kızıştı. Sınırların değişmesi ihtimali dünden çok daha güçlü. Bu durumda bölgede etkili olmak isteyen bölge içinden ve dışından tüm güçler, ortaya çıkacak yeni siyasi haritanın kendi çıkarlarına uygun olması için harekete geçtiler.
Türkiye bu güçlerden birisi. Ancak yönetici kadrolarının tarih yorumu, ideolojik öncelikleri analiz yerine koymaktan kaynaklanan yanlışlar ve Türkiye’nin kapasitesini, normlarını zorlayarak üretilen siyasetler nedeniyle Suriye sahasındaki etkisini ciddi ölçüde yitirdi. Koruduğunu ilan ettiği Türkmenlerin ağır bombardıman altında kalmasını da seyretmek zorunda kaldı.
Öte yandan Türkiye’nin Suriye cephesindeki son büyük hamlesi Rus uçağının düşürülmesiydi. Uzun zamandan beri Türkiye’nin çıkarlarına aykırı pek çok adım atan, NATO üyelerinin hava sahalarını ihlal eden Rusya’ya ilk kez bir ülke askeri gücüyle uyarıda bulunmuş oldu. Türkiye bu hamlesiyle “caydırıcılığını” kanıtladı. Öyle her önüne gelenin kendisini itip kakamayacağını gösterdi. Bu, NATO adına da bir mesaj sayılırdı.
Ne var ki caydırıcılık konusundaki bu kazanım, yapılan işin gerçekten uzun vadeli stratejik çıkarlara uygun olduğu anlamına gelmiyor. Uçağı düşürmenin maliyetinin doğru hesaplandığı konusunda henüz elimizde yeterince veri yok. Buna karşılık alışık olmadığı türden bir hamleyle karşılaşan Vladimir Putin öfkelendi. Kendi kamuoyuna mahcup oldu. Çok sert bir söylem benimsedi.
Toplam 9 milyar dolar civarında bir maliyet anlamına gelen Rus yaptırımlarının uçak düşürme kararı verilirken hesaplanıp hesaplanmadığını bilmiyoruz. Krizin Rusya’daki Türklere, Türkiye’den giderek orada yatırım yapan şirketlere, Türkiye’de yaşayan Ruslara, kısacası hayatlarını iki toplumun düzgün ilişkilerinin süreceği beklentisiyle düzenleyenlereyse ağır bir maliyet ödettiğine kuşku yok.
Rus uçağının düşürülmesinin şimdilik en net sonucu Türkiye’nin Batı güvenlik camiasına sımsıkı sarılması oldu. Şanghay Beşlisi’ne girme fikrinden, NATO’nun nimetlerinden dem vurulan bir tartışma ortamına geçtik.
“Bit yeniği” isimli yazısında Cengiz Çandar, bu sonuca bakarak ve Obama’nın verdiği tepkiyi değerlendirerek, Rus uçağının düşürülmesinde Ankara’nın faka basmış olabileceğini düşündüren mesajlar verdi. Yazıdaki alt metin, Türkiye’nin bu hamlesinin arkasında yalnızca kendi iradesinin bulunmayabileceği şeklindeydi.
Abdülkadir Selvi ise 8 ve 9 Aralık günleri yazdığı iki yazıda, Rus uçağının Türkiye açısından çok önemli sayılan Cerablus operasyonundan önce düşürüldüğünü ve bunun mantıksız olduğunu savundu.
Selvi’ye göre, “Rus uçağının düşürülmesinde gri alanlar var. Uçak düşürülmeden önce önleyici tedbirler uygulanamaz mıydı? Fiziki engellemeler yapılmadan önce, tercihimiz neden uçağın vurulması oldu?”...
Kısacası, Ortadoğu’yu şekillendirme iddiasındaki ülkenin iktidar çevrelerine yakın bir yazarı da bu kritik eylemin Ankara’nın iradesiyle yapılmamış olabileceğini, başkalarının çıkarlarına da hizmet edebileceğini ima etti. Dahası, son yazısını “Rus uçağının düşürülmesinde asıl hedef, Erdoğan ile Putin’di” diyerek bitirdi.
Selvi, ciddi bir gazeteci. Eğer TSK’nın kendisine verilen emri uygulayarak hükümetin önemli bir stratejik hamlesini baltaladığını savunmuyorsa, ki böyle bir şey söz konusu olamaz, olayın hükümetin iradesi dışında gerçekleşmiş olabileceğini anlatıyor.
Böyle bir durumda Türkiye’nin gücünden ve stratejik ağırlığından bahsetmek anlamsızlaşır. O yüzden, stratejik maliyeti yüksek bir hesap hatası yapıldığını düşünmek daha akla yakındır.
Musul etrafındaki gelişmeleri de Türkiye’nin Suriye’de kaybettiklerini telafi ve bölgenin şekillenmesinde söz sahibi olmak için yeni fırsat yaratma çabası diye görmek, bu bağlamda doğru olur.