Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Seçimlerin ardından siyaset kurumunun bu seçimlerden çıkarılabilecek sonuçlara göre bir an önce yeni hükümeti ortaya çıkarması gerekir. Bunun yapılmamasının getireceği hasar yüksek olacaktır. Diyarbakır’da yaşananların devam etmesi halinin ve hiçbir eylemin failinin bulunmamasının bize söylediği, 1990’ların karabasanlarının ve bunların sorumlularının pek de ortadan kaybolmadıklarıdır.

        1990’ların Türkiye’de siyaseti ve partileri ezip un ufak eden bir dönem olduğu hatırlandığında, partilerin o dönemdeki silik kalma hatasını tekrar etmemeleri gerektiği ortadadır.

        Siyasi partiler açısından ikinci önemli mesele Meclis’in ve hükümetin gücünün yeniden inşa edilmesidir. Başkanlık sistemi toplum tarafından hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde reddedildiğine göre bunun gerekleri yerine getirilebilir. Bir kez daha tekrarlamak gerekirse Meclis’in, parlamenter sistemin temel kurumu olduğunu unutmadan kurumsal gücünü göstermesi, yetkilerini ve sorumluluklarını bihakkın üstlenmesi şarttır.

        Hükümet kurulsa da kurulmasa da divan oluştuktan sonra kurulacak komisyonlarda yolsuzluklar başta olmak üzere pek çok konuda çalışmaya başlanmaması için neden yoktur.

        Bunun da ötesinde yeni Meclis, 12 küsur yıllık iktidarın son zamanlarında ülkenin üzerine bir karabasan gibi çökertilen baskı ve özgürlük boğma yasalarını ivedilikle değiştirmekle yükümlüdür. Yeni İç Güvenlik Yasası tartışılır ve her türlü desise ile geçirilirken MHP ve HDP’li milletvekillerinin birlikte mücadele ettiklerini de bu bağlamda unutmamak gerekir.

        Bu seçimin en açık ve seçik sonucu başkanlık sisteminin, hele de Türk usulü olanının büyük bir heyecanla reddiydi. Bu durumda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın projesinin önemli bir yenilgi aldığına kuşku yoktur. Ne var ki, pek çok yorumcu başkanlık defterinin ebediyen kapandığını düşünüyorsa da Erdoğan açısından kaybedilenin savaş değil muharebe olduğunu sanıyorum. Yani, zamanı geldiğine inandığında yeni muharebelere hazırlanacak ve savaşı istediği gibi bitirmeye çalışacaktır.

        Cumhurbaşkanı’nın hedefe varabilmesi için kurucu başkanı olduğu partinin üzerindeki büyük etkisini ve kontrolünü yitirmemesi gerekir. AKP açısından bu durum önemli bir yol ayrımının varlığına işaret eder. Parti, üzerindeki eski başkan vesayetini reddedebilecek midir, yoksa rüştünü bir türlü ispat edemeden önümüzdeki dönemde esecek rüzgârlarda savrulacak mıdır? Başbakan Davutoğlu’nun siyasal istikbali de kanımca birinci tercihi yapmasına bağlıdır.

        Temel hedefleri Meclis’in ve parlamenter sistemin güçlenmesi, Cumhurbaşkanı’nın anayasal sınırlar içine çekilmesi, AKP’nin ‘muhafazakâr/dinci toplum mühendisliği’ projesine ket vurulması ve çözüm sürecinin devam etmesi diye koyduğumuzda, koalisyon seçeneklerini de bu kriterlere göre değerlendirmeliyiz.

        CHP’nin azınlık hükümeti kurmasından, AKP-MHP koalisyonundan, dışarıdan destekli CHP-MHP hükümetinden, AKP’yi mutlaka dışarıda bırakmaya kadar giden seçenekler tartışılıyor. Pek çok konuda benzer şekilde düşünenler bile tercihlerinde birbirlerinden ayrılıyor. Kanımca tüm seçenekler belli oranda risk içeriyor.

        Örneğin AKP’siz bir hükümet döneminde, tüm şartları hazır olan ekonomik krizin patlaması halinde bu parti sorumluluğuyla yüzleşmekten kaçabilecektir. AKP ile MHP’nin yapacağı bir koalisyonda çözüm süreci akamete uğrayacaktır. Aynı şey CHP-MHP koalisyonu için de geçerlidir. CHP azınlık hükümeti ancak bir fantezi olabilir.

        Cumhurbaşkanı’nı mutlaka anayasal sınırlar içine döndürecek, dış politikayı CHP’ye verecek, adalet, içişleri ve eğitimde rejimi dönüştürme çabalarını kesecek bir koalisyon Türkiye demokrasisini güçlendirecektir. Cumhuriyet’in günümüzün toplumsal gerçekliklerini göz önünde bulunduran, çoğulculuğu kabul eden yeni bir yapılanmayla tahkim edilmesinin de ancak bu şekilde mümkün olacağına inanıyorum.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar