Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Asla adetim değildir uyurken telefonumu sessize almak ama yanlışlıkla elim mi değdi ne olduysa o gün sessiz moda geçmiş.

        Malatya’da yaşayan yeğenim kendilerini dışarı atar atmaz aramış saat tam 04.30'da…

        Duymamışım.

        Ardından ağabeyim aramış yine duymamışım.

        Ama 1 saat sonra birden kendi kendime uyandım ve telefonuma baktım ki 4 cevapsız çağrı ve yeğenimin mesajı; “Hala deprem oldu ama merak etme biz iyiyiz. Babaannem de yanımızda…”

        Aradım hemen ama tabii Malatya’da sık sık ufak sarsıntılar olduğu için ve iyiyiz mesajı da gönderilince panik olmadım.

        Rahattım yani ama karşımdaki ses hiç değildi.

        17 Ağustos’u da yaşayan yeğenim hıçkırıklarla açtı telefonu.

        “Hala biz bittik! 7.7 şiddetinde sallandık. Düşün, daha 1 yıllık evimizin tüm duvarları patladı! Biraz daha sallansaydı yıkılacaktı” dediğinde bir felaket yaşandığını 1999’u kötü tecrübe etmiş biri olarak anladım.

        Kahramanmaraş'taki yıkım:

        Kocası ve çocuğu ile hemen dışarı atmışlardı kendilerini ve az ileride oturan annemi gidip çıkarmışlardı evden.

        Ne yapacağımı bilemez bir halde sarıldım telefonlara ve sağı solu aramaya başladım.

        REKLAM

        Çok şükür bizimkiler iyiydiler ama ya diğer akrabalarım, yakınlarım?

        Bir şekilde hepsinin iyi olduğunu öğrendim ve sonra da 81 yaşında olan yaşlı ve hasta annemi bir an evvel İstanbul’a getirtmek için bir çabaya giriştim.

        Nasıl olsa dışardaydılar ve hava eksi 10 dereceydi. Tipi şeklinde kar yağıyordu.

        Bari gitsin havalimanına ve orada beklesin diye yeğenimden annemi hemen Erhaç Havalimanı’na götürmelerini istedim.

        Güç bela geçtiler.

        Hedefim annemi ve yeğenimin 10 yaşındaki oğlunu hemen getirtmekti.

        Burası Gaziantep merkez:

        Görüntülü aradım. Hepsi çok kötü durumdaydı. Annemin yaşlılık dolaysıyla zaman zaman yaşadığı hafıza kaybı sanki yok olmuştu.

        Bu arada ben de bölgeye gitmek için hazırlık yapıyordum. Onlar gelecekti İstanbul’a, yerleştirecektim ve ben de görev için ilk uçakla gidebildiğim 10 şehirden birine gidecektim.

        Ancak yeğenim saat 13.30 gibi bir daha aradı. Bas bas bağırıyordu. “Hala bir daha sallandık! Havalimanı çöktü. Ben oğlanı aldım dışarı çıkarttım ama Babaannem, Serdar (Eşi) içerde kaldı” dediğinde dünya başıma çöktü.

        O andan sonrası kabus gibiydi.

        1999’dan bu yana fobim olan en çok korktuğum şey, yakınlarımdan birinin enkaz altında olma ihtimali başıma gelmişti.

        Çok kötü oldum. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı şaşırmıştım.

        Oğlum bir yandan beni teskin etmeye çalışırken bir yandan kuzenini arayıp bilgi almaya çalışıyordu…

        15 dakika sürdü o anlar. Sonra yeğenimin kocası aradı ve “İyiyiz. Havalimanının çatısı çöktü. Camları patladı. Korkmayın Babaanneyi çıkardık” dedi ama sakinleşmem ancak annemin sesini duyunca mümkün oldu.

        REKLAM

        Paniğim geçince, tek katlı ve henüz yeni yapılmış Erhaç’ın terminalinde bile yıkıma yol açanElbistan merkezli son sarsıntının merkezde neler yapmış olabileceği aklıma geldi.

        Çok geçmeden haberler akmaya başladı ve tam tahmin ettiğim gibi bu sarsıntı Malatya’yı iyice perişan etmişti.

        Hasar almış birçok bina yıkılmış ve evine o an eşya falan almaya gidenler de o sarsıntıda enkaz altında kalmıştı.

        PLANLI CİNAYET!

        Uzatmayayım…

        Güç bela bir şekilde annemin, yeğenlerimin gelişini sağladım İstanbul’a…

        Ve onlar geldikten hemen sonra da Salı günü yani depremin ikinci günü enkaz altında olan akrabalarına yardımcı olmak için bölgeye gitmek isteyen kardeşim gibi değer verdiğim bir arkadaşımla Diyarbakır'a uçtuk.

        Oradan da araçla Kahramanmaraş’a…

        Tabii yolumuz üzerindeki Gaziantep’te durumu görmek için uğradık.

        Çok kötüydü manzara. Korkunçtu. İbrahimli Mahallesi’nde yıkılan binalarda yapılan enkaz çalışmalarını bir süre izledim. Enkazlardan yakınlarının çıkmasını bekleyenlerle konuştum.

        Enteresan bir tablo vardı karşımda.

        Ayşe Polat adlı sitenin 11 katlı bir bloğu dimdik ayakta duruyordu ama sağında ve solunda bulunan tüm binalar yerle bir olmuştu.

        Depremin ikinci günüydü ve her blokta 60’ya yakın insanın göçük altında olduğu ve termal kameralarla birçoğunun kurtarılmayı beklediği söyleniyordu.

        Bu arada enkaz başında bekleyenlerin iddiasına göre siteyi yapan müteahhit kendisi ve ailesi o blokta oturacağı için sadece o bloğu sağlam yapmıştı.

        Henüz teyid edemediğim için yazmıyorum müteahhitin adını ama eğer bu söylenti doğru ise- ki olma ihtimali yüksek- o müteahhite diğerlerinin 2 katı fazla ceza kesilmesi gerekiyor.

        REKLAM

        Çünkü komşu olacağı insanlara bile bile mezar satan bir insan, cinayeti önceden planlamış sayılır, ki bunun cezası çok daha ağırdır hukukta!

        Sonra vurduk yola…

        DAKİKADA BİR DEFİN YAPILIYORDU

        Ve gece çok geç saatlerde Maraş’a vardık. Arkadaşımın ailesinin dağın tepesinde yaz ayları için kullandıkları bağ evine geçtik.

        20 kişi o küçücük eve sığınmışlardı. Elektirik yoktu. Su yoktu. Ekmek yoktu. Çocuklar dahil herkes 2 gündür açtı.

        Ve 11 saat sonra enkazdan çıkarılan Sevdican gelin verilen ilaçların etkisi ile öylece uyuyordu.

        Kurtulması mucizeydi ama 6 sene boyunca tedaviyle yapmaya çalıştığı ve daha 15 ay önce kucağına aldığı bebeğini kaybetmiş olması bu mucizeye sevindiremiyordu aileyi.

        Saatlerce dinledim yaşadıklarını.

        O kadar korkmuş, o kadar büyük bir travma yaşamışlardı ki…

        En ufacık bir sarsıntıda bile çatısı tente olan bağ evinden koşarak çıkıyorlardı dışarı.

        Bir tek çıkmayan vardı o da Sevdican.

        Çünkü annesi, babası, kardeşleri, yeğenleri hala enkaz altındaydı.

        Onun ara ara uyanıp; “Keşke ben de kalsaydım orada. Niye beni de çıkardınız?” demesi ve bebeğini kurtaramadığı için kendini suçlayıp sargılar içerisindeki iki eliyle dövünmesi, ağıtlar yakması…

        Hiç gözümün önünden gitmiyor…

        Ama hiç!

        Sabah gün ağarır ağarmaz çıktık dışarı ve yıkımın yaşandığı merkeze indik.

        REKLAM

        Akşam dinlemiştim Ulaş’ın ailesinden felaketin kentte yarattığı tahribatı. Sadece kendi akrabalarından en az 500 kişinin enkaz altında olduğunu ve nüfusu 2 milyon olan şehrin çok fazla insanını kaybettiğini söylemişlerdi ama gözümle görünce, onların bana çok azını aktardıklarını anladım o an.

        ÖLÜM SAYISI ÇOK DAHA FAZLA!

        Sanki kıyamet filminin ortasında gibiydim.

        Nasıl bir felaketti bu!

        Nasıl bir yıkım!

        Yerin altında bir girdap oluşmuştu adeta ve yutmuştu binaları.

        11 katlı binanın o resmini dikkatlerinize sunuyorum.

        O bütün bina aşağı uçmuştu ve çatı zemin olmuştu.

        Korkunçtu tablo.

        Ölüm sayısı o vakitler 2500 olarak açıklanıyordu…

        Ancak orada olanlar biliyordu ki sadece Maraş’taki sayı o açıklanan rakamın çok çok fazlasıydı. Belki 20 belki de 50 katıydı!

        Morgda yüzlerce ceset vardı. Kiminin kimliği tespit edilemediği için bekliyordu. Kiminin sahibi bulunamadığı için. Ama buna mukabil dakikada bir de defin işlemi yapılıyordu mezarlıkta!

        Daha binlerce insan da enkaz altından kurtarılmayı bekliyordu.

        Tabii saatler geçtikçe bu ihtimal azalıyordu çünkü hava çok çok soğuktu ve maalesef enkazların tamamına müdahale edilemiyordu.

        İlk sarsıntının üzerinden 52 saat geçmişti ama hala birçok binanın enkazına dokunulmamıştı bile.

        (Onunla ilgili videoyu da dikkatlerinize sunuyorum.)

        Çünkü sahada çalışan ekip sayısı yeterli değildi.

        Allah var! Olanlar dişini tırnağına takmış elinden geleni yapıyordu ama tüm binalara müdahalede yetersiz kalıyorlardı.

        REKLAM

        Çünkü çöken binaların hemen hemen hepsi çok çok yüksek katlıydı.

        Bir binada çalışma başladığında sonu gelmeden nasıl başka bir binaya geçebilirdi ekipler?

        ÇARESİZLİK

        Bu yüzden kıyamet kopuyordu yer yer.

        İnsanlar çaresizlikten kahrolmuştu. Feryat figan bağırıyorlar, yardım istiyorlar, çığlık atıyorlar ve hatta gidip diğer bir enkazda çalışan ekiplere kendi enkazları için de bir şeyler yapması için yalvarıyorlardı…

        (O anları anlatan videoyu da dikkatlerinize sunuyorum.)

        Diğer taraftan evine giremeyen ve sokaklarda hem aç hem susuz tir tir titreyen vatandaşlar.

        Ne yapacağımı şaşırdım. Hele de bir cafeye sığınmış insanları gördüğümde. Soğuk, buz gibi ve tahta sandalyelerin üzerinde oturan zavallı insanlar için hiçbir şey yapamamaktan utandım.

        Elimde bir sihirli değnek olsaydı keşke. O mutsuz, umutsuz, her şeyini yitirmiş insanlar için bir şeyler yapabilmeyi o kadar çok istedim ki…

        Bir koşu markete gidip sıcak bir ekmek almayı o kadar arzu ettim ki…

        Neyseki öğleden sonra Jandarma Genel Komutanlığı mobil fırın ve mutfak getirdi Maraş meydanına…

        Hiç durmadan çalışan o fırın ve mutfak, vatandaşın açlığına ekmek ve çorbayla bir nebze olsun derman oldu.

        Belediye ise hiç yoktu ortada. Ve valilik…

        Sanki onları da yutmuştu yerin altındaki girdap!

        Kocaeli Belediyesi’nin, Ankara Büyükşehir’in ekipleri deliler gibi çalışıyordu ama Kahramanmaraş Belediyesi’nin esamesi okunmuyordu.

        REKLAM

        Denilecek ki; “Onlar da o kentte yaşıyor. Onlar da depremzede!”

        Hiç alakası yok.

        Elbette belediye çalışanlarından da kayıplar vardır ama 2 milyonluk şehre hizmet veren bir belediyenin tümü mü enkaz altındaydı?

        KRİZ YÖNETMEK

        Ayrıca Malatya’da niye farklıydı durum?

        Arkadaşımı ailesiyle bırakıp doğruca memleketime gittiğimde bu farkı bariz gördüm.

        Malatya Büyükşehir Belediyesi İtfaiye erleri aslanlar gibi mücadele veriyordu.

        Depremin hemen ardından sabah 5.30 da 280 kişilik ekip bir araya gelmişti ve derhal müdahaleye başlamışlardı.

        AFAD veya diğer arama kurtarma ekipleri gelene kadar onlarca insanı sağ çıkartmıştı itfaiye.

        Bu arada Malatya’da yıkılan toplam bina sayısı öyle denildiği gibi 300 falan da değil!

        Gayri resmi bilgiler ama doğru bilgileri aktarıyorum;

        Merkezde 655 bina, kırsalda ise ulaşılana göre 541 bina yıkılmış.

        Ölü sayısı da ben sorduğumda merkezde 1070, kırsalda ise 150 idi.

        Ancak şunu söyleyeyim Malatya asıl yıkımı 2. depremde yaşamış.

        Binalar boş olduğundan ölüm sayısı da ona mukabil düşük.

        Yeme içme konusunda da çok iyiydi.

        Enkazda çalışanlara bile çay, su, yemek servisi yapılıyordu.

        Çünkü Malatyalı ama dışarda olan iş insanları, şehrin vakıfları, dernekleri, siyasileri çok çabuk koordine olmuştu ve herkes bir ucundan tutarak en azından akut süreci daha az sıkıntı ile atlatmayı başarmıştı.

        REKLAM

        Yani Malatya’daki tablo asla Maraş’taki gibi değildi.

        Evet yıkım orda da büyüktü ama dediğim gibi; kriz yönetimi başarılıydı.

        Peki biz bu yıkımı neden yaşadık?

        Sarsıntılar büyük olduğu için mi yoksa sarsıntılara zemin hazırlayan inşaat kalitesinin berbatlığından mı?

        Bu konuya yarın devam edeceğim.

        Çünkü önceliğimiz o değil şu an.

        PEKİ ÖNCELİĞİMİZ NE OLMALI?

        Sahada 3 gün boyunca çalışmış bir gözlemci olarak tek tek sıralıyorum;

        1) Deprem yaşayan bütün illerde yağmaya açık bir zemin var. Yıkımın olduğu bölgelerde insan kalabalığı olduğu için sorun yok ama olmayan bölgelerde insanlar evlerini terk ettiği için açık davet var! Sokaklar bomboş. Kimse yok. İn cin top oynuyor. Tam hırsızlara, alçaklara göre bir ortam söz konusu. Büyük bir güvenlik boşluğu var. Polisin imkanı ölçüsünde önlem almalı. Yetersiz olduğu noktada ise Türk Silahlı Kuvvetleri. Sokakların güvenliği Mehmetçik’e emanet edilmeli.

        2) Yardımlar konusunda keşmekeş yaşanıyor. Artık gıda yardımlarına ara verilmeli. Ya da doğru adreslere yönlendirilmeli. Büyükşehirlerde ihtiyaç yok. Köyler ve kasabalar çok zor durumda. Köylerde soğuktan sular donduğu için insanların karı eritip su olarak kullandığını biliyorum.

        3) Tırlar dolusu elektrikli battaniye, elektrikli soba, su ısıtıcısı yollanmış. Çok yazık oldu bu yardımlara çünkü atıl bir şekilde bekletiliyorlar. Çünkü elektrik hiçbir deprem şehrinde yok. İlk günden beri bas bas bağırıyorum. Soğuğa karşı vatandaşı korumak için en güzel çözüm termal kıyafetler. İçlikler, montlar, çoraplar ve yünlü kalın kazaklar, atkılar ve eldivenler.

        4) Konteyner evler. Çok acil bunların organizasyonu yapılmalı. Çünkü evi yıkılmış ya da girilemez durumda olanlar için en çabuk sonuç alacak çözüm bu!

        5) İkinci aciliyet isteyen şey hasar tespitidir. Çünkü şu anda çadır kentlerde, otellerde, yurtlarda ya da başka şehirlerde yakınlarının yanında yaşayabilir insanlar ama bu geçici bir çözüm. Misal ben de ailemi yanıma aldım. Ağabeyim, eşi, yeğenlerim ve yanı sıra 6 kişilik yakın aile dostlarımız benim sorumluluğumda. Gitmek istemezlerse sonsuza kadar başımın tacı hepsi ama gitmek istiyorlar. Bir an evvel dönmek istiyorlar memlekete çünkü işleri orada, evleri orada, yaşamları orada! Dolayısıyla vatandaşın evinin durumu ile ilgili raporlamalar hemen başlatılmalı ve hasar tespitleri yapılarak DASK veya başka bir fon üzerinden hasarlarını giderecek yardımlar ivedilikle başlatılmalı. Yalnız bu tespitler ve raporlamalar 17 Ağustos sonrası olduğu gibi rüşvetle, şununla bununla hasarlı olduğu halde hasarsızlık raporu verecek tiplere emanet edilmemeli! Çok namuslu adamlar olmalı bu kontrolleri yapacak kişiler. Çok şerefli!

        6) Yıkılan binaların müteahhitleri ve o ruhsatları veren, göz yuman yerel yöneticiler derhal tespit edilmeli ve mümkünse hepsine gözaltı yapılıp, hapse atılmalı! Ama bu çok çabuk olmalı çünkü dün şahit olduğumuz üzere Hatay’daki Rönesans adlı mezarlığı inşa eden müteahhitler gibi kaçabilirler. Şimdiden söylüyorum. Tek biri kaçarsa bile bu işten sorumlu olanların yakasına yapışırız ve vallahi de billahi de hesabını ağır sorarız!

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar