Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “6’lı masada krizler bitirildi. İlk gün heyecanıyla yoluna devam edecek!” dedirten 5 Ocak toplantısı üzerinden daha 1 hafta geçmemişti ki, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun İsmail Küçükkaya’ya yaptığı; "Cumhurbaşkanı imza yetkisini altılı masa liderleriyle paylaşacak!” açıklaması ile yepyeni bir kriz başladı.

        Başını CHP taraftarı olduğu bilinen gazeteci ve analistlerin çektiği ahalinin sayesinde 1 yıldır masada oturan Ahmet Bey ve partisi çok değişik betimlemeler ve benzetmelerle topa tutuldu ve onların gazına gelen muhalif tabanın bir kısmı da Davutoğlu’nun haddini aştığını söyleyerek; “Oyun kadar konuş! Defol git masadan!” diyecek kadar çirkinleşerek meseleyi bambaşka bir noktaya taşıdı.

        Özetle... Nezaket, edep bir kez daha askıya alındı maalesef.

        Önce şu dipnotu düşeyim;

        Davutoğlu ile ya da partisiyle fikirsel olarak hiçbir ortak noktam yok.

        Aksine taban tabana zıt olduğumuz noktalarımız var.

        Bundan öte Sayın Davutoğlu ile bir zamanlar aramızda çok çok açıktı.

        Çünkü adı Başbakanlıkta geçtiğinde ben de Sabah Gazetesi’ndeydim ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’la uyum içerisinde çalışabilecek en doğru ismin kendisinin değil, Binali Yıldırım olduğunu, dolayısıyla da Başbakan’ın da onun olması gerektiğini açık ve net bir biçimde yazdığım için inanılmaz bir tavırla karşı karşıya kaldım.

        REKLAM

        Hem şahsı tarafından hem de o dönem ona yakınlık duyan ancak bugün birçoğu adını duyduğunda nefret kusan iktidara yakın gazeteci/yazar taifesi tarafından dışlandım, taşlandım o dönem.

        Benim tezim tutmadı ve Davutoğlu Başbakan oldu ve haliyle Sabah Gazetesi’nden hiçbir toplantısına, seyahatine çağrılmayan tek ambargolu yazar da ben oldum.

        Canları sağ olsun…

        O gün neyi, nasıl algıladıkları hiç mühim değil ama nihayetinde ben haklı çıktım.

        Sayın Davutoğlu dediğim gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan ile uyum sağlayamadı ve bir süre sonra da Başbakanlıktan istifa etmek zorunda kaldı.

        Yani demek istediğim şu; Ne kendisine bir yakınlığım var.

        Ne de partisine bir sempatim…

        Ancak bu durum ona yapılan haksızlığa göz yumacağım, susacağım manasına da gelmiyor.

        Her zaman olduğu gibi sorumluluğum gereği objektif bir gözle söylüyorum…

        Davutoğlu’nun son çıkışı masayı sabote etmek için falan yapılmış bir çıkış değildir.

        Aksine hayrına, faydasına yapılmış bir çıkıştır.

        Ama tabii bunu görebilmek için siyaseti doğru okuma yetisine, zekasına sahip olmak gerekiyor.

        Bir de geniş perspektife...

        Maalesef Davutoğlu’nun ifadelerine aşırı tepki gösteren muhalif yazar/çizer/yorumcular her zaman olduğu bu meseleyi de yine tek bir taraftan okuma garabetine düştüler.

        Ne yazık ki farklı ideolojilere, fikirlere, yaşam tarzlarına sahip ötekilerin, diğerlerinin ne düşündüğünü, ne hissettiğini anlamama alışkanlığı ile o masada bulunan diğer partilerin seçmenlerinin sandığa giderken hangi duyguda olabileceklerinin farkına bile varamadılar.

        REKLAM

        Seçimin muhalefetin zaferi ile sonuçlanmasının ancak ve ancak "Toplumsal mutabakatla” sağlanabileceğini göremeyecek kadar kör ve sağır olan bu arkadaşlar perdelerini azıcık aralayıp kendileri gibi olmayanların da neyi, nasıl okuduğunu anlamaya çalışsalar sorun yaşanmayacak ama...

        Olmuyor ya da olamıyor.

        Ve ısrarla devam ettirdikleri o eski, bayatlamış, ilkel duruşları nedeniyle AK Parti’ye oy veren muhafazakar seçmenin kazanılmasının da bir mecburiyet olduğunu bir türlü kavrayamıyorlar.

        Herkesin okuması arzumdur yazdıklarımın elbette ama perdeleri kapalı yaşamayı düstur edindikleri için etrafı gözlemleme konusunda çok eksik olanların özellikle dikkatini çekmek istiyorum.

        Arkadaşlar... Oy oranı şu kadar ya da bu kadar hiç mühim değil.

        Sonuçta masanın çıkaracağı ortak adaya AK Partili muhafazakarların desteği de isteniyorsa…

        Davutoğlu’nun onlara bir güvence vermesi gerekiyor.

        Ali Babacan’ın da ve aynı şekilde Temel Karamollaoğlu’nun da…

        Çünkü onlara sempati duyan ve desteklemek isteyen o muhafazakar seçmenin; “Masanın göstereceği aday belli ki bir muhafazakar olmayacak! Büyük ihtimal en büyük oy oranına sahip olduğu için ya CHP’nin istediği ya da CHP'ye yakın bir aday olacak! Biz siz istediğiniz için oy vereceğiz eyvallah ama o aday seçildikten sonra CHP kontrolünde hareket edecek ve sizin oy oranlarınız düşük olduğu için de hiçbir söz hakkınız olmayacak! Siz birer kukla, biz de siz kuklalar sayesinde kullanılmış birer piyon olacağız!” şeklinde çok yoğun bir endişesi var.

        Belli ki kavramakta zorlanıyorsunuz ama o masada oturan liderler galibiyetin sağlanması adına bu endişeyi gidermek ve destekleyecekleri adayın kazandıktan sonra partilerinin oy oranı düşük olduğu gerekçesi ile onları bir peçete gibi kenara atamayacaklarının garantisini vermek zorunda.

        REKLAM

        Davutoğlu’nun; “Destekleyeceğimiz aday kazanırsa mutlaka bizimle istişare yapmak zorunda ve alacağı stratejik kararlarda bizim imzamıza başvurmak zorunda” ifadesi işte o endişeli muhafazakarlara verilen bir teminattır!

        Daha anlaşılır yazayım…

        Ahmet Bey destek istediği seçmene diyor ki; “Merak etmeyin öyle olmayacak. Oy oranımız düşük olabilir ama masanın aldığı ilke kararı ile hepimiz yetki sahibi olacağız. Cumhurbaşkanı stratejik, önemli konularda mutlaka bize danışmak zorunda kalacak! Eğer danışmaz ise ya da bize 'Sizin oyunuz çok düşük. Sizi kaale almıyorum!' derse kriz çıkar ve seçime gideriz!"

        Yani; "Ya bu Cumhurbaşkanı 'köprüyü geçene' kadar yaparsa size! Ya seçildikten sonra partiye tekmeyi basarsa!" şeklinde kaygılanan kendi seçmenine, tabanına güvence verip onları masanın etrafında konsolide etmeye çalışıyor.

        Ama dedim ya!

        Bunun böyle olduğunu anlayabilmek için her olanı biteni kendi cephesinden, kendi ideolojisinden, kendi yaşadığı çevreden okumanın yanlış olacağını bilecek ince bir zekaya sahip olmak gerekiyor.

        Olmayınca da saçma sapan yorumlar, yazılar ortalığa saçılıyor ve maalesef bugün olduğu gibi kamuoyunda; “Daha şimdiden birbirlerini yiyenlerin oturduğu bu masadan bir şey olmaz! Bunlardan ülkeye gram fayda gelmez!” tartışmaları başlıyor ve bir kez daha masaya olan güven, inanç yerle bir oluyor.

        Haksız mıyım?

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar