Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Emekli diplomat, eski milletvekili İnal Batu’nun dış politikaya ilişkin analizlerini çok keyifle takip ederdim.

        Çünkü hep makul, objektif ve gerçekçiydi yorumları.

        O yüzden de dış politikaya ilişkin bir olay yaşandığında…

        Hele de yazmayı düşündüğümde filan öncesinde mutlaka en önce onun yorumunu almak için arardım.

        Rahmetlinin Türkiye’nin içinde yer aldığı siyasi coğrafyaya dair müthiş tespitleri vardı.

        Hiç unutmam.

        Sanırım Suriye ile ilgili bir konuda TV’ye bağlanması için aramıştım.

        Öncesindeki sohbetimizde ben; “Ne bahtsız bir ülkeyiz İnal Bey. Nasıl bir coğrafyadayız. Bir türlü belimiz doğrulmuyor!” şeklinde hayıflanınca…

        “Yanılıyorsun çünkü biz dünyadaki önemimizi tam da bulunduğumuz bu coğrafyaya borçluyuz” demişti.

        Sonra da nedenlerini analiz etmişti.

        Gerçekten de öyle değil mi?

        Haritayı gözünüze getirin lütfen.

        Farklı dinlerin, kültürlerin, ekonomilerin, siyasetlerin tam ortasına koca bir kayık servis tabağı gibi konulmuşuz resmen.

        Bir yanımızda AB gibi bir büyük kulübün üyeleri.

        Diğer yanımızda petrol yatakları İran, Irak, Suriye gibi dünyanın süper güçlerinin gözü üzerinde ülkeler ve alt tarafta Afrika kıtası.

        Ermenistan, Gürcistan…

        Onların hemen yanında Rusya, Azerbaycan.

        Gerçekten çok karmaşık çok acayip bir konumdayız.

        Ve tabii ki işimiz de pek kolay değil.

        Çok dostumuz olmadığı gibi düşmanımız da bol.

        Ki, bu bugüne mahsus bir durum da değil.

        Cumhuriyet kurulduğu günden bu yana böyleyiz.

        Ancak buna mukabil hiçbir komşumuzun sahip olamadığı bir popülaritemiz var dünyada.

        Özel bir duruşumuz. Gücümüz.

        Bunun da sebebi yine bu jeopolitik konum.

        İşte dün İstanbul’da, Dolmabahçe’de gerçekleşen “Tahıl Koridoru Zirvesi” ve sonunda yapılan anlaşma da bu konumun sağladığı avantajı doğru kullanmak sayesinde gerçekleşti.

        Türkiye ve izlenilen bu politika olmasaydı böyle büyük bir krizin çözülmesinin imkanı, ihtimali bile yoktu.

        Ukrayna-Rusya savaşı başladığında, turizm başta olmak üzere bu savaşın etkilerinden en çok Türkiye’nin olumsuz etkileneceği filan söyleniyordu.

        Doğruydu da nitekim.

        Çünkü iki ülke ile de olan yakın ilişkiler, ülkelerin savaşa girişmesiyle beraber zora girmişti.

        En büyük kaynak ülke olan Ukrayna ile Turizm sıfırlandı mesela.

        Hakeza Rusya'yla da öyle.

        Yapılan tüm alışverişler... İthalat, ihracat filan bir anda durdu.

        Ama işte o günlerde dezavantaj gibi görülen tüm o olaylar sonradan Türkiye'yi bambaşka bir noktaya taşıyan avantaja dönüştü.

        Yani kıymetini bilirsek eğer bulunduğumuz bu jeopolitik konum hakikaten bir nimet.

        Düşünün dün tüm dünyanın gözü bu zirvedeydi.

        Büyük bir başarıya imza atıldı.

        Emeği geçen herkesi tebrik ediyorum.

        Biliyorum ki şimdi bir kısım okurum bu yorumlarımı okudukça bana hiddetleniyor.

        Kimse hiddetlenmesin boşuna!

        Atalarımız ne demiş?

        “Yiğidi öldür ama hakkını da ver!”

        Yanlışsa eleştir eleştirebildiğin kadar ama doğruysa da takdirini göster.

        İşte benim bu yaptığımı, siyaseti ne olursa olsun hiç fark etmez...

        Herkes yapabilmeli!

        Başta da muhalefet partilerinin liderleri ve onlara destek veren kanaat önderleri, akademisyenler, gazeteciler vs.

        Yani Dolmabahçe'deki başarı mutlaka tebrik edilmeli.

        Nihayetinde işin başında kimin ya da kimlerin olduğundan önce mühim olan şey ülkenin dış dünyaya verdiği görüntüdür.

        Dün Türkiye çok özel ve de güzel bir görüntü sergiledi.

        Ve şunu unutmayalım ki...

        Bu görüntünün yaşattığı şeref, onur, gurur sadece Recep Tayyip Erdoğan’a ve onun iktidarına değil...

        Hepimize aittir...

        83 milyonun tamamına!

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Duhok katliamı ikinci bir Roboski olabilir mi?

        Duhok katliamı ikinci bir Roboski olabilir mi?
        0:00 / 0:00

        Geçen Çarşamba Kuzey Irak'ın Duhok kentinde korkunç bir saldırı yaşandı.

        Piknik yapmak için gittikleri Zaho ilçesinde aralarında 1 yaşında çocuğun olduğu 9 kişi hayatını kaybetti.

        23 kişi de yaralandı.

        Olay neresinden bakarsanız bakın korkunç.

        Bir dere kenarında piknik yapan sivillere yapılan saldırıyı kimden ya da nereden gelirse gelsin lanetlemek insanlık görevidir.

        Bu arada ben saldırıdan Twitter’da takipçisi olduğum bazı isimler paylaşır paylaşmaz haberdar oldum ve sonra da sıkı bir şekilde takibe aldım.

        Olaydan çok kısa bir süre sonra Irak’tan katliamın Türkiye tarafından yapıldığının açıklanması ve saldırının sorumlusunun kesin bir dille Türk Silahlı Kuvvetleri olduğunun işaret edilmesi filan açıkçası beni panikletti.

        Evet. TSK’nın sivilleri asla hedef almadığını biliyorum ama geçmişte yaşanmış kötü bir tecrübe vardı tarihimizde.

        2011 yılında gerçekleşen Uludere, diğer adıyla Roboski katliamı.

        O dönem Sabah gazetesi yazarıydım.

        Bugün olduğu gibi saldırının nasıl gerçekleştiğini ve nereden, nasıl yapıldığını derinlemesine araştırmış ve yaptığım o çalışma sonrası da saldırının kesinlikle TSK tarafından gerçekleştiğine emin olmuş ve; “Uludere cinayetini kim tezgahladı?” başlığı ile bir yazı kaleme almıştım.

        REKLAM

        https://www.sabah.com.tr/yazarlar/yukselir/2012/01/11/uludere-cinayetini-kim-tezghladi

        Sonrasında da bırakmadım olayın takibini.

        https://www.sabah.com.tr/yazarlar/yukselir/2012/01/15/uludere-faciasinin-musebbibi-kim

        Çünkü katliamın TSK içerisine sızmış ve o günlerde henüz Gülen Cemaati olarak bilinen FETÖ’cülerin, ele geçiremedikleri GES Komutanlığı’nın intikamını almak gayesiyle kurdukları alçak bir senaryo olduğundan yüzde yüz emindim.

        Genelkurmay ve hükümet çevrelerini çok kızdırmıştı o dizi yazılarım.

        Tabii tek kızan onlar değildi.

        Dönemin FETÖ destekçisi Taraf, Zaman gazeteleri ve bazı kalemleri alenen saldırıya geçmişti şahsıma.

        Ancak zaman beni haklı çıkardı.

        Roboski’nin bombalama emrinin bir FETÖ tezgahı olduğu yıllar sonra da olsa anlaşıldı.

        Sadede gelirsek…

        Duhok’taki katliama da aynı şüpheyle yaklaştım.

        Yine dört bir tarafı arayıp olayın gerçekliğini öğrenmeye çalıştım.

        İstihbarattaki kaynaklarım kesin bir dille saldırının TSK tarafından yapıldığını reddediyor.

        Roboski saldırısından sonra öyle değildi durum.

        O dönem aradıklarım, görüştüklerim sorularıma hep; “Kem, küm” ile cevap vermişti.

        Bir de tabii şartlar bugün çok farklı.

        REKLAM

        Türkiye’nin zaten o coğrafyada rastgele bir operasyonu yok.

        Ayrıca son dönemde PKK terörü ile mücadelenin başarısı da ortada.

        Ve daha da önemlisi Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ile ilişkiler daha önce hiç olmadığı kadar iyi.

        Bununla beraber saldırının yapıldığı yer, Irak merkezi hükümetinin kontrol alanı dışında, IKBY yönetimindeki bir bölgede.

        Yani Bağdat rejimine bağlı güvenlik güçlerinin hiçbir biçimde bu alanda bir etkinliği yok.

        Ee o zaman neden Türkiye’yi çok çok zora düşürecek böyle bir saçmalığa girişsin Türk Silahlı Kuvvetleri?

        Tabii eğer yine tıpkı Uludere’de olduğu gibi FETÖ ya da onun benzeri pis bir yapının tuzağı değilse…

        Irak tarafından, “Türkiye yaptı!” iddiasının doğru olabileceğine inanmıyorum.

        Daha doğrusu kafama yatmıyor.

        Bir de saldırının hemen ardından koordine bir şekilde Türkiye karşıtı açıklamalar ve eylemleri gördükçe bu işin Türkiye'nin bölgedeki etkinliğinden rahatsız olan çevrelerin tezgahladıkları bir provokasyon olduğu tezi daha da bir anlam kazanıyor.

        O yüzden Türkiye'nin olayın tüm yönleriyle araştırılması ve ortaya çıkarılması için Irak Merkezi ve Bölgesel Hükümetle birlikte çalışma çağrısı çok önemli...

        Diğer Yazılar