Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Biraz yorgunum… Tabii fiziksel değil bu yorgunluk… Ruhsal… Psikolojik yani. Hani gelirse üst üste gelir denilir ya! Geçtiğimiz hafta benim için de aynen öyle oldu işte..

        Üst üste geldi her şey… Önce Suriye’den gelen 33 askerimizin şehit düştüğü haberleri. Onun şokunu ve acısını atlatamadan hemen ertesi günü çok eski ve yakın arkadaşım, dostum Nurcancığımın (Şanlı) hayata veda etmesi…

        Hastalıklar, olumsuzluklar filan…

        Velhasıl ancak oturabildim klavyemin başına.

        Oturdum ama hem çok mutsuz, depresif, tatsız bir ruh halindeyim hem de kafam çok karışık.

        Hâlâ neyi, nereden yazacağımı bilemiyorum.

        Sezen Aksu’nun şu meşhur şarkısındaki gibi bir durumla karşı karşıyayım anlayacağınız.

        “Yazsan olmuyor, yazmasan hiç olmuyor!”

        Uzatmadan başlıktaki konuya gireyim değerli okurum.

        Ben başkaları gibi ikiyüzlülük yapmayacağım.

        Bugüne değin Türkiye'deki sayıları 4 milyonu aşmış Suriyeliler ile alakalı yazdıklarım da, ekranlarda yaptığım yorumlar da arşivlerde duruyorken…

        Defaatle; “Bizim asıl beka sorunumuz Suriyelilerdir. Devletin ivedilikle ve radikal bir biçimde bu konuda önlem alması bir zorunluluktur!” demişken…

        Devletin sınır kapılarını açıp Suriyelileri Avrupa’yla buluşturma hamlesine dair acıklı bir edebiyat parçalayamayacağım.

        Elbette ki ben de çok üzülüyorum şu an Yunanistan sınırında Suriyeli sığınmacılara Yunan Hükümeti’nin talimatı doğrultusunda reva görülen muameleye…

        Ben de çok muzdaribim sığınmacıların Ege kıyılarından derme çatma botlarla Yunanistan’a geçerken yaşadıkları trajediye…

        Ancak bir saniye!

        Onların bu muameleyi yaşamasına sebep olan bu devlet mi?

        Türkiye mi?

        Zorla mı sınır dışı edildi bu insanlar?

        “Sınırları açtık, gitmek zorundasınız” mı denildi?

        Herkes, hepimiz biliyoruz ki yok öyle bir şey!

        Bana göre çok daha evvel yapmamız gereken bir hamleydi bu hamle ve gitmek isteyen sığınmacılar da elini kolunu sallayarak kalkıp gitti!

        Bu arada söylediklerini de izliyoruz hep beraber ekranlardan.

        Ülkesinde kalıp Esad’ın zulmüne, zalimliğine karşı mücadele vermesi gereken zıpkın gibi gençlerin, Sinan Ogan’ın deyimiyle “tosuncukların” neler dediğini dinliyoruz…

        O nedenle kimse benden; “Burada beklediğim hayatı kuramadım. Fakir bir ülke Türkiye! Gidip Avrupa’da hayatımı kurtaracağım!” diyenlere acımamı beklemesin.

        Ben şu yaşımda kadın halimle ülkemi bir diktatörün faşist yönetimine bırakıp terk etmem!

        Onlar niye bıraktılar?

        Topuklayarak, arkalarına bakmadan Türkiye’ye sığınacaklarına... Niye ülkelerinde kalıp Esad ve zalim ordusuna karşı direnmediler?

        Bizim ordumuz, askerimiz, bir lokma gençlerimiz niye o topraklarda savaşıyor?

        Kimin için?

        Faşist bir devlet yönetiminin baskısından kaçan Suriyeliler kendi vatanlarında huzur içinde yaşayabilsinler ve savaş nedeniyle ülkesini terk edenler gönül rahatlığı ile geri dönsünler diye değil mi?

        Eee?

        Bu durumda neye üzüleceğim?

        Niçin?

        Elinde satırlarla lokanta basıp milleti haraca bağlayan mafyalaşmış tosuncuklar Yunanistan kapısından içeri sokulmadıkları için mi?

        Bakın hep; “Çocuklar, yaşlılar, hastalar” başımızın üzerinde dedim.

        Hâlâ da diyorum ama gördüğümüz kadarıyla sınıra gidenlerin yarısından fazlası dipdiri, gencecik, eli pekala silah tutacak çapta erkekler.

        Tamamen kendi rızaları, istekleri ile ailelerini de yanlarına almış arkalarına bakmadan kaçan beyefendiler...

        Niye?

        Çünkü Avrupa’ya gidince hayat onlara başka türlü tebessüm edecek ve burada yaşadıkları tüm olumsuz koşullar yerini büyük bir refaha, zenginliğe bırakacak.

        İnşallah da istedikleri olur, hayallerine kavuşurlar ama lütfen gitmek, yaşamak istedikleri Avrupa kapısında gördükleri muameleye bakıp da sırf sınır kapılarını açtı diye Türkiye’yi çamurlayanlara da çanak tutmayalım artık!

        Ha… Keşke Türkiye iktidarına yön verenler bu hamleyi onca askerimizin yok yere ölümünden hemen sonra değil, olaylar bu noktaya gelmeden evvelinden yapmış olsaydı…

        Mutlaka aynı manzara yine yaşanacaktı.

        Avrupa yine aynı tavrı gösterecekti sığınmacılara ama en azından Türkiye Esad zaliminin zulmünden kaçan Suriyelilerin bütün yükünü bunca yıldır tek başına sırtlanmamış olacaktı.

        Kimse kusura bakmasın ama Türkiye bu konuda resmen enayi bir devlet yerine konulmuştur ve tüm dünya, hep beraber Türkiye’ye yüklenen bu ağır yükü bıyık altından, kıs kıs gülerek izlemiştir.

        Hülasa… Biz Suriyeli sığınmacılar konusunda üzerine düşeni fazlasıyla yapmış bir ülkeyiz ve bedelini de fazlasıyla ödedik ve hatta daha da ödeyeceğiz de...

        Nihayetinde şu ana kadar Yunanistan sınırına giden sığınmacı sayısı 100 bin!

        Resmi rakamlara göre 3 milyon 900 bini hâlâ bu ülke sınırları içerisinde...

        Bu konuda geç kalınmış olsa da devletimin almış olduğu kararın yanındayım...

        Mümkünse sizler de olun lütfen!

        Biz yapacağımızı yaptık sıra; “İnsan hakları, insanlık, demokrasi” denilince her daim duyar kasan Avrupa’da…

        Hadi bakalım…

        Şimdi görsün tüm dünya…

        Faşist bir diktatörün elinden kaçtığı için vatansız, topraksız kalan zavallı bu insanlar için “İNSAN HAKLARI” hep öncelik olan batılılar neyi ne kadar yapabiliyormuş izlesin alem!

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar