Anne kutsaldır... Ağlıyorsa direniyorsa durup düşünmek lazım!
Biliyorsunuz Diyarbakır HDP il binası önünde ilk feryat eden Hacire Ana oldu.
İddiasına göre 21 yaşındaki tek erkek evladı düğününden 20 gün önce PKK tarafından dağa kaçırılmıştı Hacire Ana’nın…
Onun; “Oğlum o dağdan inene kadar bu binanın önünden ayrılmayacağım!” diyerek başlattığı eyleme daha sonra Fevziye Ana dahil oldu.
Sonra başka analar… Ve babalar… Kardeşler…
Dün yazıyı kaleme aldığım sıralarda aynı sebepten dolayı haykıran anaların sayısı 9’a çıkmıştı.
İlerleyen günlerde bu sayı artacak mı bilinmez ama şundan eminiz ki o binaların önüne gelmeseler de…
Haykırmasalar da…
40 yıldan beridir Kürt analarının büyük çoğunluğunun yüreği aynı acıyla yanıyor.
Dün yazıyı yazarken internette bu konu hakkındaki rakamları inceledim.
Terör örgütünün bugüne değin toplamda kaç bin insanı evinden, anasının bağrından kopartıp dağa çıkardığına dair net bir veri yok ama bu konuda uzman bir kaynağımın söylediğine göre toplam 58 bin insan.
Yani değerli okurlarım…
Kabaca bir hesapla diyebiliriz ki; bugün HDP Diyarbakır il binası önünde haykıran Hacire Ana gibi evladı PKK terör örgütü nedeniyle kayıp veren yüreği yanık en az 50 bin ana daha var! (Bu arada 2012 yılında TBMM’ye sunulan bir rapora göre terör örgütü 1990 yılından başlayarak dağ kadrosunu her yıl katlayarak artırmış... Çözüm Süreci yıllarına kadar da böyle devam etmiş... Ancak süreç başladıktan sonra katılımlar büyük ölçüde azalmış)
İşte vaktinde AK Parti’nin başlattığı o projenin tek hedefi de daha fazla ana ağlamasın diyeydi!
Ama olmadı!
Ne yazık ki; “Türkler ve Kürtler ele ele verip, barış dolu, huzur dolu bir Türkiye’yi önümüze koyarlarsa biz asla Ortadoğu’da emellerimize ulaşamayız” diyen dış mihrakların ve onların içerideki alçak maşalarının sayesinde çöp oldu o kutsal proje!
O gün analar ağlıyordu… Bugün ağlıyorlar ve şu belli ki bu işin kökten hallolmaması halinde daha uzun yıllar ağlayacak analar…
O yüzden bazılarının;” Çözüm sürecine destek verenler insan içine çıkmamalı! Utanmalı!” gibi saçma sapan faşizan anlayış barındıran saçmalıklarına aldırış etmiyor ve her defasında gurur duyarak en yüksek tonda haykırarak söylüyorum Çözüm Süreci’ne verdiğim desteği...
Hep de böyle olmaya devam edecek.
Çünkü eğer başarıya ulaşmış olsaydı o süreç ne olacaktı biliyor musunuz?
Terör örgütü PKK bugün olduğu gibi kara propaganda yapıp bir lokma Kürt gençlerinin beynini yıkayıp dağa götüremeyecekti.
Ve dolayısıyla bugün Diyarbakır’da o HDP binasının önünde ağlayan, haykıran, feryat eden analar da olmayacaktı!
Birkaç defadır bu konuya değindiğim için bazılarınız atar yapıyor geçmişte Çözüm Süreci’ne verdiğim destekten dolayı...
Bazıları da soruyor…
Bugün eskisine benzer bir süreç başlatılması halinde yine destek verip vermeyeceğimi…
Veririm…
Çünkü ben o gün hakikaten insanlık adına... Demokrasi ve halkların bir arada kardeşçe yaşamaları adına… Huzur ve dediğim gibi en önemlisi de Türk ya da Kürt fark etmez analarımızın ağlamaması adına destek olmuştum!
Bugün de olsa...
Kim ya da kimler tarafından olduğu fark etmez…
Eğer aynı niyetle adım atan yola çıkan birileri olursa…
Emin olun yine gözümü kırpmadan düşerim o yola!
***
Abdülmelik Fırat’a rahmetle…
Henüz, devletin "Kürt açılımı" adını verdiği demokratik paket tartışmaya açılmamıştı... Sadece, TRT Şeş'in amacına ulaşıp ulaşmadığını ve bir de PKK'ya silah bırakma çağrısının yerini bulup bulmayacağını yorumlatmak için kapısını çalmıştım... Vefat etmeden tam 5 ay evvel... Meğer son röportajıymış rahmetlinin... Yaklaşık 3 saat sürmüştü Kürtlerin, "Aksakallı bilgemiz" adını verdikleri Abdülmelik Fırat'la söyleşimiz...
Yalova'daki, fakirhanesinde... "İnecekler" demişti... "Onlar inecek, buradan giden olmayacak, o zaman bu savaş bitecek" demişti...
İnandırıcı bulmamış, "Yok Abdülmelik Bey... İnmezler... İnerlerse bu kirli oyun bozulur!" diyerek itiraz etmiştim söylediklerine...
"Yanılıyorsun kızım... Yanılıyorsunuz daha doğrusu topyekûn... Dağdaki her daim inmek ister... İster çünkü o da vatanına, anasına, babasına, gardaşına hasret duyar... Eğer bu devlet o dağın eteğine gidip, kollarını samimiyetle iki yana açıp, 'Hadi atla! Korkma! Bak biz senin için buradayız!' derse emin ol ki dağdaki PKK'lı gözü kapalı atlar aşağıya" demişti...
Aksakallı Bilge haklı çıktı...
İndiler... Geldiler... Şimdilik 34 kişi...
Umutluyum artık... Yarın 74... Öbür gün 120... Sonra 250 ve binlercesi silahı bırakıp ülkesine dönecek...
Fotoğraflara bakıyorum... Dönüş fotoğraflarına... Arka planını okumaya çalışıyorum... Abdülmelik Fırat'ın söyledikleri aklıma geliyor yeniden... Diyor ki: "İki taraf da gördü acıyı. Bir er şehit oluyor. Genelkurmay Başkanı'ndan, Cumhurbaşkanı'na kadar herkes geliyor. Törenler yapılıyor. Öte yandan bir PKK'lı ölüyor. Onlar da aynı şekilde cenazelerini kaldırıyor. Bu ne demek biliyor musunuz? Türk halkı ile Kürt halkı birbirine düşman değil. Tüm bu olanları göz önüne alsanız, bu iki halkın birbirini boğazlaması lazım. Ama bu iki halk arasında dil ve etnik farkın dışında onlarca ortak nokta var. Bunları söylüyorum diye, birçok Kürt aydını bana kızıyor. Ama ben halkım için ne doğruysa onu söylemek zorundayım. O benim vicdani bir sorumluluğum. Bu mücadelede 50 bin gencimiz gitti. 4000 bin köy yandı. 3 milyon Kürt göç etti. Bunlar Kürt halkının lehine midir? Hayır. Peki Türk halkının lehine midir? Hayır! O halde ne olması lazım? Dağdakinin de, askere gidenin de evine dönmesi lazım. İşte onun için dağdan inene de indirene de diyeceğimiz tek söz 'Helal olsun'dur!"
(Çok garip… Belki sandınız ki bu yazıyı yeni kaleme aldım. Oysa bu yazı Sabah Gazetesi’nde yazdığım yıllardan… Rahmetli Abdülmelik Fırat’ın vefatının ardından 2009 yılında kaleme almış olduğum yazıya dün internette arşive bakarken denk geldim ve sizlerle de paylaşmak istedim. Çünkü tam 10 yıl önce yapılan o yorumlar, üzülerek söylüyorum ki bugün de hâlâ geçerliliğini koruyor!..)