Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dün Ankara ve İzmir’in de aralarında olduğu birçok ilin adayları açıklandı. Tabii herkesi 31 Mart yerel seçimine damga vuracak şehirlerin şehri, sultanı İstanbul adayının açıklanmaması üzerine merak sardı…

        Dün okumuşsunuzdur bu konu hakkında yazılıp çizilenleri mutlaka…

        Kimine göre aday olmasına kesin gözüyle bakılan TBMM Başkanı Binali Yıldırım’la Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında İstanbul ilçelerinde gösterilecek adaylarla ilgili kriz çıktı…

        Kimine göre ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olması durumunda Binali Bey’in rütbesinde doğal olarak bir tenzil yaşanacağı için protokol kurallarında düzenlemeye gidileceği için adının açıklanması ertelendi.

        Kimine göre ise İstanbul’un adayının açıklanmamasının nedeni –ki en uçuk olan da bu- Cumhurbaşkanı Erdoğan, Binali Yıldırım’ı aday göstermekten vazgeçti, başka isimlerle yarışa girme kararı aldı.

        Ben size söyleyeyim…

        Bunların hiçbiri doğru değil!

        Sondan başlayayım bir kere; İstanbul adayı kesinlikle Binali Yıldırım. Bu konuda Erdoğan’ın karar değiştirdiği ve başka bir isim arayışına giriştiği yönünde ortada dolaşanlar palavradan, dedikodudan başka bir şey değil.

        İkinci ihtimale gelince… Yani Yıldırım belediye başkanı olması halinde rütbesinin şu anda bulunduğu konumdan çok çok geriye düşeceği için protokol kurallarının yenilenmesi hususu…

        Böyle bir düşünce var. Ama bu yeni bir düşünce değil. Bu düşünce aylardır var Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kafasında. Binali Yıldırım’ın İstanbul’a belediye başkanı olması halinde mevcut protokol kurallarının Binali Yıldırım’ı üzeceğini, sıkıntıya sokacağını tahmin ediyordu. Ve bunun aşılması içinde Beştepe'de, Yıldırım’a Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı unvanı verilerek rütbesinin mevcut durumu koruması meselesi konuşuluyordu zaten.

        İlk iddiaya gelince… Yani İstanbul’un ilçe adaylarında Karadeniz Bölgesi hakimiyetine Binali Yıldırım’ın itiraz ettiği mevzusu…

        Bu tamamen palavra. Böyle bir kriz de yok Cumhurbaşkanı Erdoğan ve TBMM Başkanı Yıldırım arasında. İlçelerde kimlerin aday olacağı tıpkı İstanbul'da kimin aday olması gerektiği gibi belirlendi.

        Önce sahada anket çalışmaları yapıldı. Sonra eğilim yoklaması…

        Bilmiyorum ilçelerde kimlerin kesin aday olduğunu ama eğer denildiği gibi adaylarda ağırlık Karadeniz Bölgesi hakimiyetini ortaya çıkarıyorsa yapacak bir şey yok.

        Buna Binali Yıldırım da itiraz etmez, bir başkası da. Çünkü AK Parti adaylarını gerçekten bilimsel verilere inanarak ve dayanarak belirliyor.

        Kaldı ki kendisi Erzincanlı olan Binali Yıldırım Karadeniz seçmeninin de teveccühünü alabilmek için niçin itiraz etsin Karadenizli ilçe adaylarına. Bilakis işine gelmez mi böyle bir şey?

        Sadede gelirsek…

        Sonuca yani.

        Neden İstanbul’un dün açıklanan diğer büyükşehirler arasında olmadığı konusuna…

        "Cumhurbaşkanı, diğer açıklanan illere ve onların adaylarına değer vermiyor" demiyorum tabii. Böyle bir sonuç çıkarmasın kimse ama gerçek şu ki; Erdoğan, hem İstanbul’a hem de yol arkadaşı Binali Yıldırım’a verdiği üstün değeri bir kez daha vurgulamak için apayrı bir biçimde açıklama yapacak.

        Nasıl olacak ve nerede yapılacak bu, henüz bir bilgi yok ama şunu biliyorum Binali Yıldırım ismi tek başına ve sükseli bir biçimde kamuoyuyla paylaşılacak!

        ***

        Kaşıkçı’nın cesedi nerede?

        Aslında kendime bir söz vermiştim…

        Kendi vatandaşlarını Türkiye topraklarında hunharca, canice katleden ve bu caniliklerinin gündemden düşmesi için her yolu deneyen Suudi Arabistan’ın inadına her yazıda, “Cemal Kaşıkçı’nın cesedi nerede?” sorusunu soracaktım.

        Ancak gündem o kadar yoğun ve hızlı değişiyor ki Türkiye'de maalesef kendime verdiğim sözü tutamadım.

        Bundan dolayı mahcubum.

        İnşallah bir daha diğer gündemlerin arasında boğulup da, Kaşıkçı’yı unutmadan cesedi bulununcaya dek ya da Suudiler tam olarak ne yaptıklarını açıklayana dek sormaya devam edeceğim.

        Bu arada şu Yalova’da Suudi bir iş adamına ait olan villalarda Kaşıkçı’nın cesedinin aranması olayı ile ilgili bir ayrıntı vereceğim.

        Bazıları polis ve savcılığın Kaşıkçı’nın cesedinin o villalarda olduğu yönünde ihbar aldıkları için aramanın yapıldığını iddia etti.

        Ancak bu doğru bir bilgi değil.

        Böyle bir ihbar kesinlikle yok.

        Olan sadece o villaların sahibi olan Suudi iş adamı ile cinayet timinde olan birinin cinayetten bir gün önce yaptığı telefon görüşmesi.

        Yoksa Kaşıkçı’nın parçalara ayrılan cesedinin orada olmadığından yüzde yüz emin savcılık da, polis de.

        Hülasa… İstihbaratın bu telefon görüşmesi bilgisi üzerine savcılık belki cinayeti aydınlatacak başka bir şeyler ele geçirilir niyetiyle arama yapmak istemiş.

        Peki bir şeyler ele geçirilmiş mi?

        Öğrendiğimden hareketle söylüyorum: Hayır! Kaşıkçı cinayeti ile alakalı hiçbir şey bulunamamış o villalarda.

        ***

        Bir genç kızın adını nasıl karıştırırsınız böyle bir şeye!

        İki günden beri yatıp kalkıp konuştuğumuz mevzu Acun ve Şeyma’nın boşanma mevzusu.

        Türkiye neredeyse bu meseleye kilitlenmiş durumda.

        Sanki 9 şiddetinde deprem olmuş, yer yerinden oynamış gibi konuştuğumuz tek konu bu boşanma.

        Tamam… Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada ünlü ve medyatik isimlerin evliliğine de, boşanmalarına da acayip ilgi vardır kamuoyundan.

        Dünya çapında iki popüler isim olan Brad Pitt ve Angelina Jolie’nin boşanmaları da epeyce yankı yapmıştı ama herhalde Acun ve Şeyma’nın boşanmalarının yankısı kadar değildir.

        Anlıyorum… Acun Ilıcalı tanınan, bilinen ve ilgi çeken bir isim. Şeyma Subaşı da değişik bir figür ama arkadaş biraz fazla abartmıyor muyuz?

        Keşke boşanmamış olsalardı, keşke yürütebilselerdi…

        Ee olmamış, yapamamışlar ve boşanma kararı vermişler.

        Hayırlısı olsun ikisi için de. Ben bu olayda en çok Defne Samyeli’nin 22 yaşındaki kızı Deren Talu’nun adının karıştırılmasına öfkeliyim.

        Hani derler ya; “Bir deli bir kuyuya taş atar 40 kişi çıkaramaz!”

        Samyeli’nin kızıyla ilgili durum da aynen böyle bir şey.

        Bir deli, bir ruh hastası, sosyal medya hesabından Acun ile Deren Talu’nun ilişki yaşadığını ve Acun’un kıza İngiltere’de ev aldığını filan üfürüyor.

        Ve güzide medyamızın magazincileri zahmet edip, kızcağıza bir telefon açıp, bunun doğru olup olmadığını sormuyor ve o delinin üfürdüğü şeyleri alıyor aynen haber yapıyor.

        Bilmiyorum gördünüz mü Deren Talu’nun yaptığı açıklamayı…

        Diyor ki; "Çok şaşkın, kırgın ve kızgınım. Acun Ilıcalı annem ve babamın arkadaşıdır. Belki iki kez merhaba demişimdir, o kadar. Londra'ya en son 13 yaşımda ailemle gittim, iddia edilen türde ilişkiler benim hayal bile edemeyeceğim çirkinlikte. Böyle bir şey nasıl olabilir! Hakkımda bu iftiraları üretenleri nefretle kınıyorum. Kimdir ve amaçları nedir bilmiyorum, ailemle yasal haklarımızı savunmak için adalete başvuruyoruz."

        Talu’nun açıklamasını okuyunca onun adına çok üzüldüm ayrı ama bu arada da gazetecilik adına kahroldum.

        Utandım!

        O kuru iftirayı alıp haberleştiren ve gencecik bir kızcağızı böyle çirkin bir mevzunun içine dahil eden magazin basınındaki arkadaşlar ne düşünüyor bilmiyorum ama bu olayla gazeteciliğe bir leke daha sürüldü!

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar