Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hepinizin bildiği gibi geçtiğimiz hafta Kocaeli’de tüm Türkiye’nin yüreğini dağlayan çok büyük bir dram yaşandı. Ekonomik sıkıntılar yaşadığı iddia edilen İsmail Devrim adlı genç bir babanın, oğluna okul pantolonu alamadığı için intihar ettiği öne sürüldü.

        Söz konusu haberi ilk duyduğum anda herkes gibi benim de yüreğim sızladı… Ancak yalan söylemeyeceğim, baba İsmail’i intihara götüren sebebin sadece bir pantolon alamadığı için olduğuna inanamadığımdan konu çok sıcakken hemen yorum yapmak istemedim.

        Biraz bekleyip, o babanın hayatına kendi elleriyle son verdiren esas gerekçeyi görmek istedim.

        İyi de yapmışım, çünkü gerçekten de ben de herkes gibi ilk duyduğum anda şart koştukları pantolonu giyemediği için okula alınmayıp geri gönderdikleri iddia edilen söz konusu okul yönetimini boşuna eleştirecekmişim.

        Zira merhumun eşinin, olayın Türkiye’de büyük ses getiren bir konuya dönüşmesinin ardından yaptığı açıklamaların ilk yaptığı açıklamalarla alakası yok maalesef.

        Haberi ilk duyuran gazeteciye kocasının oğluna okul pantolonu alamadığı için intihar ettiğini ve bunu da kendisine; “Ben oğluma okul kıyafeti alamıyorsam niye yaşıyorum ki” dediğini aktaran eş Hafize Devrim, sonrasında bütün bu ifadeleri yalanlayarak haberi yapan gazeteciden de şikayetçi oldu.

        Savcılığa verdiği ifadede, eşinin bir fabrikada çalıştığını, bir buçuk yıl önce kredi çekerek ev aldıklarını, kredi borçlarını düzenli olarak ödeyebildiklerini, kredi borçları dışında herhangi bir borçlarının olmadığını söyleyen Hafize Devrim, haberlerde yer alan pantolon meselesinin yanlış aktarıldığını belirtmiş.

        Ve savcıya aynen şu cümleleri kurmuş: “Çocuklar okula başlamadan önce okula göre bir pantolon almadık. Daha sonra ‘Gebze’ye gittiğimizde alırız’ diye düşünmüştük. O gün oğlan okula gitti. Ancak pantolonunun farklı olması sebebiyle okuldan gönderilmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Bana derslerine girdiğini söyledi. Zaten okul çıkışı eve geldi. Siyah pantolon alması gerektiğini söyleyince eşim ile birlikte gidip pantolonu aldılar. Haberlerde konu çok farklı anlatılıyor”

        Hülasa… Eş Hafize Devrim savcılıkta haberi Türkiye’ye ilk duyuran Ergün Demir’e ilk söylediklerinden çok ama çok farklı. İfadesinin devamında eşinin yaklaşık bir yıl önce bir iş kazası geçirdiği ve “Bir daha çalışamayacağım” korkusu nedeniyle moralinin daimi olarak bozuk olduğunu aktarıyor ve eşinin; “Eğer bir daha çalışamaz isem size iyi bakamayacağım. Böyle olacağına ölsem daha iyi!” dediğini söylüyor.

        Açıkçası ben eşinin savcılıkta aktardıklarını çok daha mantıklı buldum.

        Çünkü dedim ya, olayı ilk duyduğum anda o babanın oğluna bir pantolon alamadığı için hayatına son vermiş olmasının çok düşük bir ihtimal olduğuna inandım.

        Eşinin anlattıkları gösteriyor ki, İsmail Devrim geçirdiği iş kazası sonrası kendisini bitmiş, tükenmiş bir insan olarak gördüğü için derin bir bunalıma girmiş ve maalesef kimsecikler bu ağır depresif durumunu fark etmediği ve yardımcı olmadığı için de son olarak canına kıymayı kendince çözüm görmüş.

        Psikiyatrist ya da psikolog değilim ama kah kendi yaşadıklarımdan kah etrafımda, birinci halkamda yaşayan insanların yaşadıklarından gördüklerim, şahit olduklarım o babayı intihara sürükleyen esas meselenin merhumda eskiden beri var olan ruhsal bir bozukluktan kaynaklı olduğunu işaret ediyor.

        Daha açık yazayım…

        İsmail Devrim çok derin bir ekonomik buhran, sıkıntı filan yaşamıyormuş. Yaşadığı; “Benden bir daha adam olmaz! Ben bittim!” endişesi ve kaygısından başka bir şey değilmiş.

        Ve biz eğer gerçekten bu olayın asıl sorumlularını arıyor isek bakacağımız yer onu bu bunalıma sürükleyen o kaza sonrası süreçtir.

        Nerede çalışıyormuş merhum, nasıl bir iş yapıyormuş ve o iş kazasını neden yaşamış tam olarak bilmiyorum ama asıl sorumlular ona kaza nedeniyle o raporu, o tedavi iznini veren doktorların, bilim adamlarının mesleklerini eksik ya da yanlış yerine getirmiş olmalarından kaynaklıdır.

        Eğer onu tedaviye alan doktorlar yaşadığı travmatik kaza nedeniyle genç insanın ruh sağlığının da bozulmuş olabileceğini hesaba katmış ve ona uygun bir yol haritası belirlemiş olsaydı bu sonuç asla yaşanmayacaktı.

        ***

        Gazeteci Ergün Demir ne yaptı?

        Bu arada şunun altını da çizmek isterim…

        Söz konusu haberi yapan gazeteci Ergün Demir’in gözaltına alınması ve ardından serbest bırakılması, haberin doğru olup olmadığı tartışmalarında gazeteci Demir’in yanındayım.

        Kesinlikle bu haberi yaparken kötü niyetli olduğu iddialarına filan katılmıyorum. Çünkü elindeki kayıtlara göre Hafize Devrim kocasının gerçekten de oğluna o okul pantolonunu alamadığı için intihar ettiğini söylemiş.

        Belli ki Hafize Hanım eşinin intiharının ardından yaşadığı acının, şokun etkisiyle duygusallaşmış ve yanlış şeyler konuşmuş. Ben hiç büyütmüyorum bu konuyu. Zira gazeteciyiz hepimiz. Bizim de zaman zaman başımıza gelir bu tür olaylar.

        Arşivler ilk söylediğini sonradan tekzip eden haberlerle doludur.

        Bence bu meseleyi de o arşivlerdeki diğer haberler gibi, gazetecinin yaptığı haberin yalan ya da asparagas biçiminde değil, can havliyle ilk söylediklerinin sonradan yanlış olduğuna kanaat getirip düzeltmek isteyen acılı bir eşin psikolojisi olarak okumalı…

        Haksız mıyım?

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar