Devrim Yakut'la oyunculuk üzerine ansiklopedilere girmesi gereken söyleşi!
Devrim Yakut işine olan aşkı, büyüleyici oyunculuğu, güzel insanlığı ve mütevazi kişiliğiyle gerçekten yakut, pırlanta, safir ya da çok zor bulunan bambaşka özel, güzel, zengin ve farklı bir değer. İyi ki var da ağzımız açık mest olarak izlerken insanın sonsuz yeteneğine olan inancımız tazeleniyor. Oyunculuk sanatının dipsiz ve geniş okyanusunun sarsıcı, şaşırtıcı ve insanı tedavi edici ulaşılamaz boyutlarına şahit oluyoruz. Sayesinde anlıyoruz ki insan bedeni ömür yettikçe her seferinde başka bir kitap gibi tekrar tekrar yazılabilir… Şimdi Devrim Yakut’un nefis cevaplarına buyurunuz. (Lütfen önden buyurun, istirham ederim. Normal de ‘istirham’ etmem de böylesi müthiş bir oyuncuyla söyleşi yapınca tarzımı değiştirmeye, biraz kibar olmaya karar verdim. Bir havalardayım yani… Reca ederim girin söyleşiye! O derece yani!)
İçinde olduğunuz her oyun, dizi, film ve hatta seslendirme farklılık, özellik ve güzellik kazanıyor. Çalışarak olur mu? Yoksa Vermeyince Mabud neylesin Mahmut mu?
Öncelikle çok teşekkür ederim. Böyle hissettirebiliyorsam, doğru yoldayım demek:). Rahmetli hocam Ergin Orbey derdi ki; bu mesleği yapabilmenin koşulu yüzde otuz yetenek, kalan yetmişi çalışmaktır. Ben hep bu cümleyi rehber aldım kendime. Hayat bana yüzde otuz bir şans verdiyse, kalanını çok çalışarak tamamlayabilirim. Kendi cümlem de hep bu oldu. Oyunculuk mesleği hekimlik mesleğine çok benzerlik gösterir diye düşünürüm. Nasıl bir hekimin meslek hayatı boyunca öğrenme serüveni bitmez, bitemezse oyuncununki de öyle. Bu bitmeyen bir öğrenme açlığı ve hevesi gerektiren bir meslek. Ve öğrenmeye niyet edene hayat hep yanıt verir. Hem de her konuda:)! Özetle doğru bir çalışmayla, başarılamayacak şey yoktur. Ama altını çiziyorum doğru bir çalışmayla!
Ses, nefes, duruş, diksiyon, performans gibi oyunculuk dersleri şimdilerde çok moda ve herkesin dilinden düşmüyor. Toplum artist olmaya mı çalışıyor? Oyuncu ne yapsın? Oynamasın mı acaba?
Bana göre oyuncu dediğin bedeni, yaşı büyürken ruhu oyun oynama fikrine hep açık bir çocuk. Bu yüzden de herkesin olmak istediği bir alan. Düşünsenize, hepimizin en temel ortak noktası çocukluk! Çocuk dediğin de hayatı hep oyunla öğreniyor. Yani onun öğrenme biçimi çok eğlenceli. Oyuncu, işini hep o çocuğunkine benzer bir eğlence ve keyifle yapıyor. Yolu bir biçimde bu serüvenle kesişmiş birilerinin o alanda kalmak istemesi çok anlaşılır. Bence herkes bu alanda biraz vakit geçirse, hayat daha güzel bir yer olur. Bir de şu var tabi. Biz onaylanmamış çocuklar topluluğuyuz ülke olarak. Oyunculuk mesleğine niyet edenlerin işin onay bahsine ulaşması çok hızlı olabiliyor. Belki de cazibenin kaynağı bu! Bence herkes oyun oynasın, rahatlasın, hafiflesin, onaylansın ve beraberinde mutluluk gelsin...
Oyunculuk serüveninde bedenin ne kadar önemi var? Boyuna, kilosuna göre ve kadar mı rol alma şansı oluyor? Ayıp olmuyor mu?
Vallahi bu nokta biraz karışık:))). Rolü alabilmenin kriterleri, rolün emrettiği şeye göre değişiyor. Eğer Romeo ve Juliet sahnelenecekse, benim Juliet rolüne heves etmem abesle iştigal eder:)). Eğer karşımızda çılgın bir yönetmen yoksa genel geçer kural benim o oyunda ya annelerden birini ya da Juliet'in dadısını oynamamı zorunlu kılar. Fakat burada bir paradoks var tabii; Juliet'i oynayacak oyuncunun tecrübesi o aşık kızı oynamaya, koca başrolü taşımaya yetmeyebilir. Benim de görünüşüm izin vermez o gencecik kızı oynamaya. Bu yüzden batıda Hamlet'i 40 yaşını geçmiş oyunculara oynatıyorlar. Bizde olsa kıyamet kopar mazallah:) Bizde sorun kimsenin risk almaya, fantezi yapmaya niyet etmemesi. Bakın piyasadaki işlere, bir tane orta yaş aşk hikayesi var mı? Yok, çünkü 40’ından sonra her şeyden elini ayağını çekmesi bekleniyor bireyden. Özellikle kadınlardan! 60 yaşında bir erkek, 30 yaşında bir kadınla aşk yaşadığında kabul görebiliyor. Ama aynı yaşta bir kadın oyuncuya anneanne rolleriyle gidiliyor. (Ay 30 yaşında sevgili isteyecek sandım ama aklı fikri oyunculukta!) Hasılı toplum meseleye nereden bakıyorsa, piyasanın koşulları da öyle şekilleniyor. Ve bu giderek daha kötü bir hal alıyor. Yıllar var, İkinci Bahar gibi bir hikaye çekilmedi mesela. Oysa bana sorsanız, insanlığın var olduğundan beri tartışılan ‘AŞK NEDİR’ sorusunu en iyi irdeleyecek yaş aralığı 40 ve üzeri. İnsan bildiği şeyi en iyi anlatır. Bilmediğini eksik. Sorunuza gelirsek;)))), ne çok uzattım değil mi? Oyunculukta bence bedenin nasıl göründüğünden çok nasıl kullanıldığı önemli. Bu meslekte, her beden, her boy, her görünümde insana ihtiyaç var. İş ki hikaye doğru olsun. Her rolün işlevi olsun... Oyuncu bedenine iyi bakarsa, boyu ya da yaşı ne olursa olsun sağlığı el verdikçe çalışır.
Piyasada herkese yetecek kadar iş var mı? İş varsa seyirci var mı? Seyirci varsa şikayet nedir? (Bitmedi gitti şu oyuncu milletinin derdi! Girip bir bankada memurluk yapsa halbuki… )
Piyasada görünürde herkese yetecek iş var ama işleyiş öyle olmuyor. Az önce de söylediğim gibi kimse risk almıyor. Ve castlar hep aynı yüzler etrafında dönüyor. Yapımcının ilk cümlesi bu rolü bir ‘İSİM’ oynasın oluyor. İyi de şans verildi diye o isim, isim oldu! (Birçoğu sadece isim, bazıları da sadece cisim zaten! Karşılıklı söyleşiyor gibi olsun diye araya girip kendime verdiğim havanın arkasında durmaya çalışıyorum…) Şans verilmezse evinde otururken nasıl isim olsun? Oynayan da izleyen de hep aynılıktan şikayetçi ama bu sonucu değiştiremiyor. Ben piyasanın sektörleşemeden şiştiği kanısındayım. (Patlasın inşallah!) Ve bu durum mutlaka beraberinde deformasyon yaratır. 30 yıldır bu işin içindeyim, hukuk karşısında mesleğimin bir tanımı yok. (Aman zaten hukuk da yok! Onlar kim ki sizi tanıyacaklar?) Varın gerisini siz hesap edin:)! Valla oyuncu gidip bankada çalışsın diyemem ben. Bankacılar bana kızar. Zor iş vesselam! Ben başka iş bilmem ki? Eğrisiyle doğrusuyla bunu meslek belledim, bunu yapmaya çalışıyorum her şeye rağmen...
Oyunculuk tekniği ve anlayışının değiştiğini düşünüyor musunuz? (Eskilere ya da yenilere isim vererek taş atarsanız sevinirim. Başlık atarız, güzel olur…) Oyunculuk ilerler mi? Mesela ‘ileri yaş oyunculuğu’ gibi bilimsel gelişmeler mümkün müdür?
Bizim mesleğimiz hayat gibidir. Toplumlar gibidir. Kültürler gibidir. Onlar değiştikçe ki değişirler, bizim meslek de değişmek zorundadır. Sokaktaki konuşma biçimi değişirken, oturup kalkma, ilişki biçimleri, espri anlayışı değişirken sizin 30 yıl öncesinde kalmaya direnmeniz gülünç sonuçlar doğurur. Nasıl hekimlikteki teşhis ve tedavi yöntemleri 30 yıl öncesiyle aynı değilse, bizimki de aynı kalamaz. Ama buradan eski kötüdür gibi sonuç çıkmasın aman ha! Eskiden her anlamda öğrenecek çok şey var. Oyunculuk ilerler elbet! Tecrübe yaşınızla doğru düzlemde ilerler. Genç bir oyuncuyken çok zorlandığınız bazı alanlar tecrübeyle beraber kolaylaşabilir. Oyuncu yaşla başla çok ilgisi olmayan bir tür bence:) Her daim taze ve dinamik kalabilmeli ki işini yapmaya devam edebilsin. Bundan 50 yıl önce çekilmiş bir filmi izlediğimizde bize komik gelen bazı hallerle karşılaşabiliriz. Ama her şeyi dönemi ve koşullarıyla değerlendirmek gerek. 50 yıl sonra da ihtimal bizler komik görüneceğiz. Aslolan döneminin koşullarına uyum gösterebilmek galiba.
Oyuncu tiyatro yapmadan ne kadar yaşar? Gerçi dizi de oynamadan nasıl yaşar diye sorulmalı galiba, asıl mucize orada değil mi? (Tamam soruyu değiştiriyorum: Sadece tiyatro yaparak geçinmeye çalışan oyuncu en fazla ne kadar yaşar? Taş yese ölür mü?)
:))) Yirmi sene sadece tiyatro yaparak yaşadım ve ölmedim. Ama tabi o zaman İstanbul'da değildim. İstanbul'da sadece tiyatro yaparak yaşamak zor! Zaten mesele sadece yaşamaksa, her ne yaparsanız yapın yaşarsınız. (AAAA valla taş yer, oyunculuk yapar böylesi!) Nasıl yaşayacağız? Ya da yaşamalıyız? Esas soru bu. Yoksa bu ülkede eli ayağı tutan biri kolay kolay aç kalmaz. Oyuncunun yaşam koşulları ne olacak? Neden tiyatro sanatı bir tür fedalar bütünüyle yapılmak zorunda? Tiyatro yapan bir oyuncu emeğinin karşılığını gerçekten alabilse neden dizi yapsın ki? Bunların tümü bizde zor! Ve bu kadar zor olmak zorunda değil elbet. Doğru sanat politikaları, doğru iletişim diliyle her sorun uzun sürse de çözülür. Ama bizde olmuyor, olamıyor ne yazık ki!
Siz bu konuda ders veren bir akademisyen olarak oyunculuk eğitiminin süresinin en az ne kadar olması gerektiğini düşünüyorsunuz? İyi bir oyuncu olmanın sırları var mıdır? Varsa bile bu sırra vakıf olmak için de yetenek ve eğitim mi gerekir?
Önce küçük bir düzeltme yapayım, ben akademisyen değilim. Uzun yıllardır tiyatro okullarında ders veriyorum. Yani genç oyuncu adaylarıyla deneyimlerimi paylaşıyorum, onlara yol arkadaşlığı yapıyorum demek daha doğru olur. Bana sorarsanız, oyunculuk mesleği okulda değil yaparak öğrenilir. Resim akademisinden yeni mezun bir gencin hemen ressam olamayacağı gibi! O yüzden ben bir süredir okullardaki 4 yıllık eğitimin uzun olduğunu düşünüyorum. İki yıllık temel ve sıkı bir eğitimin ardından gençlerin hemen mesleği yapacakları alanlara gitmesi en doğrusu! Keşke olabilse, tiyatro eğitimi veren okulların kendi tiyatroları olsa, iki yıllık temel eğitimden sonra iki yılı da oynayarak geçirse öğrenci... İyi bir oyuncu olmanın sırları var mı? Valla ben de hala bu sorunun peşindeyim. Bir sır ya da sırlar varsa sanırım ömrüm onları aramakla geçecek. İlla bir şey söylemem gerekirse oyuncu anlamaya çalışan olmalıdır diyebilirim. En onaylamadığı şeyi bile anlamaya çalışan! Aksi halde rolü ete kemiğe büründürmek imkansız. İnsan ruhunun tüm koridorlarını bilme gayretinde olmalı oyuncu. Hayatla temasını hep sıcak tutmalı. İzole, steril bir hayat yerine hayatın içinde saf tutmalı. Okumaktan, öğrenmekten, keşfetmekten, kendine yatırım yapmaktan hiç vazgeçmemeli. Bir dünya görüşü olmalı ama çok sert köşeleri olmamalı! Kendi yaşadığı toprakları, kültürünü, dilini, müziğini tarihini iyi bilmeli. Hiçbirine sırtını dönmemeli. Bunlar eksik kaldığında rolünüzü icranız da eksik olur. Ben böyle öğrendim, böyle de öğretmeye gayret ediyorum.
Oyuncu bedeninin taşıyıcısı gibi ortalarda kendini gösterme telaşına düşmek zorunda mı bırakılıyor? Görünmezse unutulur mu? Gösteri dünyasının bir parçası olmakta işin olmazlarından mı?
Valla bilmiyorum ki:)))! Ben kendimi gösteri dünyasının bir parçası olarak görmüyorum. Benim evime ekmek götürdüğüm, kiramı ödememi, yaşamamı sağlayan bir mesleğim var. Mesleğimi en iyi şekilde yapma gayreti hep kılavuzum oldu. Siz işinizi iyi yapıyorsanız, unutulmazsınız. Unutulmak için özel bir çabanız yoksa tabii! Herhangi bir yeriniz hastalandığında sizi en iyi şekilde şifalandıran bir hekimi unutur musunuz? Tersine onu herkese anlatırsınız. O hekim de, ‘dur şu mahallede hasta çokmuş, gidip bir boy göstereyim’ der mi? Bunlar tercih ve bakış meselesidir. Ben aslında bir icra alanı olan mesleğimin nasıl sanat olabileceğinin peşine düştüm uzundur. Bu işin ve bu işi yapma şekillerinin felsefesiyle de çok ilgileniyorum. Ve arzu ettiğim derinliğe ulaşabilmem için kendime çok vakit ayırmam gerek. Gösteri dünyasının parçası olmaya kalkmak benim zamanımı yer. Oysa zaman çok değerli...
Oyuncu karakterin ne kadarına müdahale edebilir? Yani metnin dışına hiç çıkmayacaksa yaratıcılıktan söz edilebilir mi? Metnin içi dar olabilir mi?
Bizim işimizde yaratıcı iki alan vardır aslında. İlki yazarlık, ikincisi yönetmenlik! Oyuncu bu ikilinin yaratacağı dünyanın icracısıdır, aktarıcısıdır. Ama kaçınılmaz olarak anlattığı ve aktardığı şeye ruhunu, bedenini, sesini soluğunu duygularını katar. Benim metne müdahaleden anladığım metnin özünü bozmadan, yazara yönetene ihanet etmeden yorumunu icranı katmak. Evet bazen metin dar gelir, sığmazsınız. Bazen de bol gelir kaybolursunuz içinde. Lakin her iki durumda da mesleğe doğru bakan oyuncu, o metni ve rolü giyinmeyi bilir, bilmelidir. Her kelamı etmenin bin türlü yolu var, biçimi var. Oyuncu, elindeki metnin omurgasından hareketle en doğruyu bulmakla sorumlu kişi! Yukarıda da söyledim, ben en derine inmenin peşindeyim. Umarım başarıp giderim:).
Oyuncunun performansı sadece sahneyle mi kısıtlıdır? Sosyal ve siyasal olaylar karşısında bir rolü olmalı mıdır?
Oyuncu bence önce kendini gerçekleştirebilirse toplumsal ve sosyal olaylarda bir sorumluluk almasından bahsedebiliriz. Tabii oyuncu sokaktaki başka birine göre daha göz önünde olduğundan ondan çok şey beklenir. İçi boş olmayan her hareket yerini bulur. Ama içi boşsa er geç duvara toslarsınız. Yani dediğinizle eylediğiniz bir olacak! Başka mesleklerde bunu saklamak kolaydır da, göz önünde olanların işi zor:) Ben mesleğimi bir misyoner sıfatıyla yapmıyorum. Alnımda ilk ışığı gören de değilim henüz! Umarım o mertebeye ulaşabilirim. Ama dünyada ve ülkemde olan her şeye duyarlıyım elbette. Ancak benim sözümü söyleyeceğim çok güçlü bir alanım var. Sahne! Bu merkezden uzaklaşmamaya gayret ediyorum.
Özel ve küçük sahnelerin çoğalması tiyatronun özgürleşmesi olduğu kadar daralması ve arka sokaklara itilmesi anlamına gelmiyor mu? Ne oluyor?
Gençler kendilerine soluk alanları yaratmaya çalışıyorlar. Hiçbir destek almadan üstelik. Bu kötü değil! Ancak şunu söylemeden geçemeyeceğim; Alt yapısı olmayan kötü koşullarda yapılan 10 tiyatro salonundansa, derli toplu 5 tiyatro salonunu yeğlerim. Genç arkadaşlarıma güç birliği yapmalarını öneriyorum hep. Hem fikirsel hem maddi anlamda! O zaman daha sağlıklı ve kaliteli işler yapılabileceğine ve daha uzun soluklu olacağına inanıyorum. Bu bir süreç. Ve iyiye evrileceğinden hiç kuşkum yok. Çünkü ben gençlere, genç enerjiye, genç bakış açısına hep inandım. İnanmaya da devam edeceğim.
En büyük ütopyanız nedir? Oyuncunun en büyük rüyası yeni bir karakter midir? Bu işin zirvesi neresi?
Benim bir tane ütopyam var; dünyanın barış ve anlayışı seçmesi. Öyle bir dünya görebilmek istiyorum. Mesleki olarak bir ütopyam yok. Tatlı hayallerim var! Beni zorlayacak roller, usta oyuncularla karşılıklı oynamak, mesleğimin hak ettiği kabulü gördüğü bir ortam. Zirveye gelince, ben zirvede olmak istemem. Her zirve inişin başladığı yerdir zira! Ben bu öğrenme ve deneyimleme süreci hiç bitmesin istiyorum. Ve kaç yaşında olursam olayım çalışabilmek, üretebilmek. O kadar!
Söyleşiyi bitirme cümlesi filan yazmayacağım. Ta en başta da belirttiğim üzere Devrim Yakut’la söyleşi yapmanın yüksek gururu ile girdiğim triplerdeyim. Keyfim yerinde, havam en az 1500 yani sana bir tepeden bakıyorum insanoğlu… Açıkçası söyleşim şekil, önümden çekil!