Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜNYA, insanlık tarihi boyunca bulaşıcı hastalıklarla mücadele etmek zorunda kaldı. Her bulaşıcı hastalık salgınında on binlerce insan öldü, ülke coğrafyaları değişti. Ancak 20. yüzyılın başlarından itibaren antibiyotiklerin yaygın kullanımı başladıktan sonra bulaşıcı hastalıklar kontrol altına alınabildi. Bakteriler uzun yıllar insanlığın korkulu rüyası oldu.

        Oysa son yıllarda yapılan çalışmalar, bakterilerin sadece düşman değil dost olabileceğini, hatta yaşamın uzamasında kilit rol oynayabileceğini gösterdi.

        Faydalı bakteriler artık hastalık değil de tedavi ajanı olarak görülüyor. Bunlara “biyoterapik ajanlar”, hatta bakterilerle tedavi anlamına gelen “bakteriyo terapi” adı da veriliyor.

        FAYDALI BAKTERİ NEDİR?

        Besinlerle birlikte veya ayrı olarak alınan, bağırsaklarda besinlerin parçalanmasına ve sindirimine destek olan yardımcı canlı mikroorganizmalara “probiyotik” deniliyor. “Pro” ve “biota” sözcükleri “yaşam için’ anlamına geliyor, bu da antibiyotik teriminin anlamca karşıtı. Probiyotik kavramı ilk kez 19. yüzyılın başlarında Nobel Ödülü sahibi Elie Metchnikoff tarafından ortaya atıldı. Metchnikoff, Bulgar köylülerinin uzun yaşamalarının fazlaca fermente süt ürünü tüketmelerine bağlı olduğunu gözlemledi.

        Taş devri insanları önemli derecede daha az tuz, yağ ve şeker tüketmekte idiler. Tükettikleri besinlerin çoğu iyice fermente edilmiş besinlerdi (tahıllar, inek sütü gibi).

        Son zamanlarda elde edilen veriler, doğal ve işlenmemiş besinlerden çoğunlukla enerji yoğunluğu yüksek işlenmiş besinlere geçişle kronik hastalıkların sıklığının arttığı konusuna dikkat çekmektedir. Kronik hastalık sıklığının artışı ile bitkisel kaynaklı lif ve antioksidan tüketiminin azalması arasında açık bir korelasyon vardır.

        Bir yılda kişi başına tüketilen şeker 1850’de 0.5 kg iken, 2000 yılında 50 kg’a yükselmiş durumdadır.

        İnsanların vücut yüzey ve boşlukları bir organizma tabakasıyla kaplı. Kalınbağırsaklarda 1-2 kg, deride 200 gr, ağız boşluğu, akciğerler ve vajenin her birinde 20’şer gr, burunda 10 gr, gözde 1 gr mikroorganizma vardır.

        Doğumda bebeğin bağırsakları sterildir, ancak doğumdan hemen sonra çevrede bulunan mikroorganizmalarla hızlı bir şekilde kolonize olur.

        Florayı oluşturacak bakterilerin başlıca kaynakları, anne doğum kanalında bulunan mikroorganizmalar ile bebeğin yakın çevresinde ve bu çevrede temas ettiği kişilerde olan mikroorganizmalardır. Doğumdan sonra florayı oluşturan bakterilerin türü ve miktarına etki eden çok sayıda faktör vardır.

        Gastrointestinal sistemimizde oldukça yüksek sayıda patojen ve patojen olmayan mikroorganizma barındırıyoruz. Sağlıklı bireylerde patojen ve patojen olmayan mikroorganizmalar denge halinde. Bu denge bozulduğunda mukozanın engel oluşturma işlevi bozuluyor ve enflamasyon başlıyor.

        Gastrointestinal sistemde bizi patojen mikroorganizmalara karşı koruyan karmaşık bir mekanizma var. Flora bakterileri, koruyucu mekanizmaları (müsin salımı, hücrelerin çoğalma ve farklılaşması gibi) uyarır.

        İmmün sistemin düzenlenmesinde de önemli rolleri var. Flora bakterileri ile bağırsak epitel hücreleri ve intestinal lenfoid doku arasında devamlı bir etkileşim mevcuttur.

        ANTİBİYOTİK, PROBİYOTİĞİ OLUMSUZ ETKİLİYOR

        Florada bulunan mikroorganizmaların sayısı hastalık, stres, yetersiz beslenme ve bazı ilaçların alımına bağlı olarak azaldığında çeşitli sağlık sorunları (ishal ve kolit gibi) ortaya çıkar. Geçirgenliği artan bağırsak duvarından antijenik proteinlerin geçişi artar ve enflamatuvar yanıt zinciri işlemeye başlar.

        Antibiyotik kullanımı sadece vücutta ya da bağırsaklarda patojen bakterileri öldürmüyor, savunma sistemini olumsuz etkiliyor, florayı bozuyor. Bağırsaklarda flora dengesinin bozulduğu bu gibi durumlarda probiyotik desteği çok önemli. Ama probiyotiklerin en önemli görevi ve rolü, yaşamın sürmesi için gerekli olan immün sistemin ya da savunma sisteminin güçlenmesini sağlaması.

        NE YAPMALI?

        -Çok gerekli olmadıkça dost bakterileri de yok edebilen antibiyotikleri kullanmayın. Kullanmak zorunda iseniz mutlaka probiyotik kullanın.

        -Probiyotik içeren süt, yoğurt, ayran, kefir, peynir ve turşu gibi gıdaları özellikle tercih edin.

        -Prebiyotikler, probiyotiklerin enerji kaynağı besin maddeleri. Kurubaklagiller, soğan, sarımsak, pırasa, muz, yerelması, keten tohumu, kuşkonmaz, enginar gibi doğal prebiyotikleri sık alın.

        -İşlenmiş gıdalardan uzak durun, sebzeleri buharda ve az pişirin, doğal ve doğru beslenin.

        *************

        DİYABETLİ 50 KADIN VE BAŞAKŞEHİR’İN UĞURU

        BU yılki Dünya Diyabet Günü’nün ana teması “Diyabet ve Kadın”dı. Çünkü diyabette kadının, hem diyabetin önlenmesinde hem de diyabet tedavisinde rolü çok büyük. Çocukların gelecek kuşaklarını, yaşam tarzını, alışkanlıklarını önce anne dizayn eder, onlara doğru beslenme, spor alışkanlığı kazandırırsa, çocuk hayatın ileri dönemlerinde kilo almaz, diyabet olmaz.

        Evde diyabetli varsa, özellikle diyabetli çocuksa tüm sorumluluğu ve yönetimi anne üstlenir, kan şekerlerini ölçer ve insülini yapar. Kendisi diyabetli ise hem hastalığıyla mücadele eder hem aileye destek olur. Hangi yönden alınırsa alınsın kadın, diyabet tedavisinde aile içinde tam merkezdedir.

        Bu nedenle Türkiye Diyabet Vakfı ve Diyabetle Yaşam Derneği çok ilginç bir proje planladı. Türkiye’nin farklı şehirlerinde yaşayan diyabetli, insülin kullanan 50 kadını İstanbul’a getirdi. Gelen 50 kadından önemli bir bölümü İstanbul’u ilk kez görüyordu, bir bölümünün okuma yazması yoktu, çoğu küçük ilçelerden gelmişti.

        Diyabetli 50 kadın önce Şile Diyabet Köyü’ne gidip Diyabet Okulu’na katıldı. Yaşamlarının ilk diyabet eğitimini aldı, Diyabet Köyü’nde eğitim kompleksinin açılış törenine iştirak etti.

        Sonra ne oldu dersiniz? Başakşehir Futbol Kulübü Başkanı Göksel Gümüşdağ projeyi duyunca diyabetli 50 kadını Galatasaray maçına davet etti. Gümüşdağ her zamanki mütevazılığıyla projeye destek oldu, 50 diyabetli kadına bir yemek verdi, daha sonra onları şeref tribününde ağırlayıp Başakşehir-Galatasaray maçının hasılatını Diyabet Köyü’ne bağışladı.

        İşte kıran kırana maç sürerken, şeref tribününde oturan çoğu hayatında ilk kez bir maç görmüş, yemenisiyle, dantelli başörtüsüyle o 50 kadın, Başakşehir Futbol Kulübü’nün uğuru oldu.

        Bana göre, diyabetli 50 kadının manevi desteği Başakşehir’in aldığı skorda çok büyük rol oynadı. Maçtan iki gün sonra Başkan Gümüşdağ arayarak maçın tüm gelirini Diyabet Köyü’ne gönderdi.

        Tüm diyabetli hastalar adına mütevazı ve ince insan Göksel Gümüşdağ’a hem yardımı hem de Türkiye’nin farklı şehirlerinden gelen ve yaşamında İstanbul’u görmemiş, statta maç izlememiş 50 kadına verdiği mutluluk için teşekkür ediyorum.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar