Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Keşfet Resmi İlanlar

SAĞLIK Bakanı Recep Akdağ, kürtaj yasağına hazırlanan hükümeti tecavüz sonucu meydana gelen gebeliklerin durumu üzerinden eleştirenleri yanıtladı. Devlet, tecavüz mağduru çocukların bakımını üstlenebilirdi. Tartışma daha ileri bir boyut kazandı.

Daha önceki yazımda da belirttiğim gibi, kürtajı şeker şerbet gibi kabul eden bir değerler sistemine taraftar değilim. Dindarların kürtaj karşıtı olması kadar doğal bir şey olmadığını düşünüyorum. Ancak aynı dindarların Kuran-ı Kerim'de dahi, en sert, en keskin hükümlerin yanıbaşında açılmış küçük kapılar bulunduğunu bildiklerine eminim. "Zaruret", "mecburiyet" gibi kapılar. Bir tutumun zaruret olup olmadığı sadece fiziksel koşullara bakarak belirlenemez. Hatta bu belirleme çabası dönüp dolaşıp insanın kendi vicdanına gelir. Dindar bir yöneticiye düşen de prensibi ortaya koymak ama o kişisel hallere aralanmış kapıları da açık tutmaktır. Çünkü insan kendi halini en iyi bilendir.

Ama devletimiz "Hayır ben daha iyi bilirim" diyor. Devletimiz, tecavüz sonucu doğan çocuğu alır bakarsa, tecavüz mağdurunun hayatının etkilenmeyeceğini, o kadının tahrip olmayacağını, hayatına kaldığı yerden devam edebileceğini, bunu bilebileceğini varsayıyor. Tecavüze uğraması yetmemiş gibi, bir de doğum yapıp çocuğunu atan kadın durumuna düşmenin zilletine duçar olan kadın bir yana... O çocuğun belli bir yaşa geldiğinde; neden bir ailesi olmadığını, neden bakımının devlet tarafından üstlenildiğini soracağı, aldığı cevap karşısında hayatını "doğabilmemek arzusuna" teslim edeceği de umursanmıyor belli ki.

Nasıl oluyor da insan, hem de muhafazakâr bir iktidar tarafından, varoluşsal sorunları üzerinde düşünmeyen, "kim" olduğu sorusu üzerinden ıstırap çekmeyen, nereden gelip nereye gitmekte olduğunu dert etmeyen bir varlık olarak tasarlanabiliyor, belli değil.

"İnsan hayatı, onun dünyaya gelmesine vesile olan anne ve babasının arzularından ve bilinç düzeyinden bağımsız olarak değerlidir" diye düşünüldüğünü ve pek tabii buna uygun davranıldığını iddia edebilirdik, eğer insanın "birey" olarak kıymet gördüğü bir düşünce-davranış sisteminin tezahürlerine rastlayabiliyor olsaydık! Bilakis karşılaştığımız hep, bireye rağmen "aile"nin, "cemaat"in ve "kamu"nun kutsanması olmakta.

O zaman mesele, belki de dini duygular derin erdemler meselesi değil.

Belki de Sağlık Bakanı'mız ve Başbakan, "Çocuklarınızı öldürmeyin" ayetinden güç almakla beraber aslında konuya sadece "reel" açıdan bakıyorlar. Kimsenin iyi niyetinden şüphelenmek istemiyorum lakin dünyadaki diğer muhafazakâr partilerin ve eğilimlerin kürtaj karşıtlıkları ile "ucuz iş gücü temin etme" çabalarının nasıl da paralel gittiğini bilmek içime kurt düşürmeye yetiyor.

Sermaye zarar görmesin, ekonomimiz büyüsün diye işçi güvenliğine dikkat etmiyor, AB'nin çalışma güvenliğiyle ilgili kıstaslarına uymuyoruz. Sicilimiz hayli lekeli.

THY çalışanları grev yaptılar diye cep telefonlarına gelen SMS'lerle işten atılıyorlar sonra. Ekrana çıkan ve grevden hoşnut olmadığı her halinden belli olan bir adam şunları söylüyor: "İnsaf yahu, bunların aldığı maaşı almak için bu işte çalışacak nice insan var... "

Belki de konunun özü budur.

Hiçbir yükümlülüğe girmeden ikame edilebilir, her an daha azına razı olacak başka biriyle değiştirilebilir ucuz işgücü.

Kimsenin biricik olmadığı, "kıymetli elemanımızdır" taltifinin tarihe karıştığı bir ilişkiler ağı. Kişinin vazgeçilebilir olduğu halde kendisine hâlâ maaş veren patronuna/devletine sonsuz minnettarlığını sunduğu bir çalışma sistemi.

Öyle ya, tecavüz ürünü olup devletin bakıp büyüttüğü ve işçi yaptığı birinin arkasını kim arar, kim sorar?

Normalde tek çocuk sahibi olması gerekirken dört çocuğu olan açlık sınırındaki bir aile, iş kazasında ölen ortanca oğlunun davasını nereye kadar takip edebilir?

Dini hassasiyetlerden ileri gelen bir "prensip" kararıyla mı karşı karşıyayız yoksa erdem kılığına girmiş kapitalizm dizaynıyla mı? Sorunun yanıtı hiç de net değil.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar