Muktedir olmak ya da devlet olmak
CUMA gecesi Basın Kulubü’nün konuğu Osman Ulagay idi. Katılımcı konuklarla birlikte kendisine “Türkiye Kime Kalacak?” adlı kitabı hakkında sorular sorduk. AK Parti’nin bazen rakip siyasi görüş, bazen mevcut sanat anlayışı ve sanatçılar üzerinden “kendisine benzemeyeni” dışladığını, ötekileştirdiğini ve dünyada Batı ittifakının, Türkiye’de ise yurdun Batı’sının güç kaybedip söylem zafiyetine düşmesini de elverişli bir zemin olarak kullandığını söylüyordu Ulagay. Ancak insanları “bizler/onlar” diye ayrıştırması, Türkiye’nin siyasi tarihini de “bizden önce/bizden sonra” diye ayırması bir birikimi yok sayması, dolayısıyladır ki potansiyelini azaltıp eksiltmesi sonucunu doğuruyordu. Bundan dolayıdır ki, Türkiye’yi dünya sisteminin önemli aktörleri arasına taşıyan ve belirli bir noktaya getiren AK Parti, bundan sonraki dönem için aynı başarıyı gerçekleştiremeyecek, bilakis Türkiye’yi zora sokacaktı.
Böyle düşünüyordu. Başbakan’ın ayrıştırdığı kesimi de, “Halk cahildi, o yüzden AK Parti’ye oy verdi” şeklindeki sığ ve mesnetsiz söyleme saplanıp kaldığı için eleştiren Ulagay, AK Parti’nin bir ufuk, bir hedef sunabildiğini, halkın bu yüzden pek tabii AK Parti’ye oy verdiğini, alternatif arayışı içinde olanların bunu görmesi gerektiğini anlattı. Ulagay, bir yerde, AK Parti’ye alternatif arayanların AK Parti’den ilham almasını tavsiye etmiş oluyordu. Bir yandan AK Parti’yi başarılı buluyor, bir yandan da “Türkiye 21. yüzyılın sunduğu fırsatları AK Parti’nin devlet anlayışıyla yakalayamaz, kaybeder” diyordu Ulagay. Yalnız da değil. Sezar’ın hakkını Sezar’a verebilen ama aynı zamanda AK Parti’yi özgürlükler konusunda; başka dünya görüşlerine ve hayat tarzlarına karşı bir türlü geliştiremediği “nezaket” konusunda oldukça sorunlu bulan birçok kişi var. Bu kişilere Başbakan ve onu Başbakan yapan kitlelerin de seksen senedir hakarete uğradığı, “bunlar” olarak değilse de “onlar” olarak sürekli ayrıştırıldıkları, aşağılandıkları ve dolayısıyladır ki, “en iyi savunma karşı saldırıdır” tarzını benimsemiş olabilecekleri hatırlatıldığında “nezaketen” sustuklarını da görüyorum. Ama akıllarından şu cümlenin geçtiğine eminim: “Bu mazlum edebiyatıdır ve ‘devlet’ , hükümeti kuran partinin ve tabanının acılarının temsilinden daha fazlası olmalıdır.” Evet, “Devlet ile hükümet bire bir özdeşlik içinde olması gereken yapılar mıdır” sorusu meşru bir soru. “Siyasi iktidar” ve “devlet iktidarı” gibi iki başlı bir yönetim anlayışı otomatikman sivilaskeri bürokrasinin vesayetine yol açıyordu, bu bitti. Yerine gelen, hükümetin başındaki partinin, “devlet” ile mutlak özdeşlik içinde olduğu bir yapı oldu.
İdeal olan, hükümetin başındaki partinin temsil ettiği değerlerin yönetime yansıması, bunun dışında kalan alanın taleplerinin de “devlet” adına karşılanması değil midir? Yazar Dücane Cündioğlu, son günlerde yaşanan tiyatroların özelleştirilmesi meselesine ilişkin iki bölümlük yazısında sanat ve devlet arasındaki gerilimin akıl ile tahayyül, ilim ve irfan, tekke ve medrese arasındaki gerilime uzanan boyutlarını ele alan son derece önemli bir yazı yazdı. (http://ducanecundioglusimurggrubu.blogspot. com/) Kendisini “muhafazakâr” olarak tanımlayanların muhafaza etmeyi, dondurmak olarak değil sürekliliği korumak olarak anlaması gerektiğini ifade eden Cündioğlu‘nun bazı cümlelerinin konumuzla da ilgili olduğunu düşünüyorum: “Devletin ilkeleriyle hükümetlerin tercihleri arasında bire bir özdeşlik olması gerekmez. Hükümetlerin sanata, sanatın bir türüne, bir tarzına ihtiyacı olmayabilir, ama devletin öyle mi? Devlet adamlığı sürekliliği gözetmeyi gerektirir; kalıcı ve sürekli olanı. Siyasetçilik ise günü ve/veya dönemi kollamakla sınırlı kalabilir. Örneğin kendini popüler sanata ilgi göstermekle sınırlayabilir. Devletin ise böylesi lüksü olmaz. Yüksek sanata sahip çıkmak zorundadır, çünkü yüksek sanatın devlete ihtiyacından daha çok, bizzat devletin, bilhassa büyük devletlerin yüksek sanata ihtiyaçları vardır. Yüksek siyaset, yüksek sanat olmaksızın icra edilemez. Lütfen, Çin’de, halihazırdaki yüksek sanat atılımına uzaktan da olsa bir göz atınız. Bu atılımın Çin’in devlet vizyonunun genişlemesiyle yakın alakası olup olmadığını tetkik buyurunuz.” Ne dersiniz, AK Parti güçlü bir hükümet olmayı, devlet olmaya tercih mi ediyor acaba?