Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

HER şey şehir tiyatrolarının yönetmeliğinin değişmesiyle başladı. Bundan önceki yönetmelikte yönetim kurulu, dört tane Şehir Tiyatrosu sanatçısı, artı üç tane belediyeden atanan bürokrattan meydana geliyordu. Yeni yönetmelikle repertuvarın belirlenmesi dahil genel olarak yönetim, bürokratlara geçti.

Yani mesele pek de öyle, "Fena mı canım, Şehir Tiyatroları'nın yönetim kurulu da demokratikleşiyor, çok seslilik geliyor" meselesi değil. Böyle bir uygulamaya itiraz etmek için "elit" olmaya gerek yok. Bu durum, başka bir hükümetin gelip Diyanet İşleri'nin yönetimine Petrol-İş Sendikası üyelerini atamasına benziyor. Böyle bir durum söz konusu olsaydı ve değişiklik, "Efendim tabii Diyanet de çoğulculaşsın biraz, hayatı tanısın, petrol önemli" diye savunulsaydı, ne düşünürdük?

Derken iş şimdi, Devlet Tiyatroları'na ve "tiyatroların özelleştirilmesi" noktasına geldi.

Kimimiz tiyatrocuların içinde olduğu sıkıntıya "Ektiklerini biçiyorlar" gözüyle bakıyor. "Yıllarca toplumun manevi değerleri, ahlaki birikimi ve değerler sistemiyle alay eden oyunlar oynadılar, alternatif perspektifleri bastırdılar, kendilerine benzemeyeni bu 'sanat kaleleri'ne sokmadılar, şimdi biraz da onlar rahatsız olsun" deniliyor. Doğrudur, kültür sanat alanı "gerici" yaftasının kötüleme/ayıklama bağlamında en çok iş gördüğü yer olmuştur. Simsarlık almış yürümüştür. Şimdi, nihayet, hak yerini bulacak ve düne kadar bu işlerde söz sahibi olmayanlar ürün üstüne ürün verecek zannediliyor sanırım. Oysa muhafazakârlar gerek söz konusu "yapay seleksiyon" gerekse inancın iç referanslarından kaynaklanan teolojik tartışmalar nedeniyle, sanat konusunda pek de iddialı olmadılar. Sanat muhafazakârlığın vazgeçtiği bir alan oldu ve bu alanda yetişen insan sayısı halen iki elin parmak sayısını geçmiyor. Öte yandan tiyatroların özelleştirilmesi demek, mevcut tiyatro alanının boşaltılması demek. Birikim kaybı demek. Şartlar bu iken sorarım, boşalan alanı neyle dolduracaksınız? Marşlarla, müsamerelerle mi? Sanatçı, tarlada yetişmiyor, ithal edilecek bir mal da değil.

Statükonun tiyatrosunda her şey yolunda demiyorum. Oyunlar çok iyi seçiliyor, izleyici müsterih filan da demiyorum. Sanatçı devletten bağımsız olmalı, özgür olmalı cümlesi de kulağa hoş gelebilir. Ancak tiyatronun kamu desteği almaması durumundan büyük kentler dışındaki her şehir ciddi şekilde etkilenir. Çorum, Zonguldak, Kayseri, Erzurum, Sivas ne olacak? Hatta İstanbul'un Ankara'nın dar gelirli sanatseveri ne yapacak? Özelleştirme, taşranın sanatsal çöllüğünde ya da İstanbul'un hayat pahalılığında "Godot'yu Beklerken"i 5 TL'ye izleyebilen, iştiyaklı okur yazar, öğrenci, emekli, santral memuresi, müşteri temsilcisini daha da kurutmak, eksiltmek, mutsuz etmek anlamına geliyor. Sanat ve kültür, çoğunluğun arzu ve isteklerine göre belirlenirse reyting canavarı televizyondan dışarı sıçrar ve her şey Yahşi Cazibe, Çocuklar Duymasın olur, devletimiz bunun farkında değil mi? Sanat satılık meta olduğunda ölçüyü sadece "kâr oranı" belirler, izlenme oranı belirler ve biz bu reyting denkleminin Kanuni Sultan Süleyman'ı bile ne hale getirdiğini görmedik mi? Yoksa siz hâlâ, o çok şikâyet ettiğiniz "Muhteşem Yüzyıl"ı aşk/kadın/entrika/dedikodu sarmalına hapseden şeyin kötü tarihçiler, art niyetli yönetmenler olduğunu mu sanıyorsunuz?

Tiyatrolar özelleşirse Türkiye genelinde bütün oyunlar TV dizisine döner. Kültür evrenimiz "Çok Güzel Hareketler Bunlar" ile muhafazakar kanalların gösterdiği "5. Boyut" varyasyonları arasına sıkışır kalır.

Sakın "Zaten şimdi de öyle" demeyin! Şu an dileyen "Godot"sunu da bekleyebiliyor, "Mephisto"suyla da buluşabiliyor. Muhafazakâr demokratlar da istiyor ki Mevla'sını da bulsun, bulsun elbette, ona ne şüphe. Ancak merak ediyorum, tiyatronun iç referanslarına ve bu yurdun manevi dinamiklerine uygun eserler sel oldu aktı da, devlet ve şehir tiyatroları bu akının önünde mi durdu?

3x4 ile Kuran ve Peygamber'in hayatını "seçmeli ders" yapan -ki destekliyorum- bir devletin, sanat alanını öksüz bırakma lüksü yoktur. İsteyene Kuran dersi alma hakkı veriyorsanız, isteyene uygun fiyatla nitelikli oyun izleme hakkı da tanımak durumundasınız.

"Din istiyorsan eyvallah, sanat istiyorsan Allah versin" tutumu, şöyle diyeyim, "racona ters". Hatta "delikanlı adama yakışmıyor"...

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar