Demokrasi kendisini korumak için ne kadar ileri gidebilir?
ABD kongresi üzeri ‘beyaz üstünlükçü’ sembollerin dövmeleri ile dolu adamlar tarafından işgal edilmeye çalışıldı. ‘Oylarım çalındı’ diyerek seçimin meşru galibini bypass etmeye kalkışan Trump’ın kitleleri saldırıya teşvik etmesi ölü ve yaralıların olduğu sıradışı bir anarşiye neden oldu ve bunun Amerikan iç politikası ve demokrasisi açısından birtakım sonuçları olacak. Bazı kavramların yeniden tanımlanmasına doğru evrilecek bir sürecin kıyısında olabiliriz.
Referansını çoğunluktan alan demokrasi, çoğunluk aklını yitirdiğinde, yanlış yönlendirildiğinde, faşizme ya da oklokrasiye yelken açtığında kendisini korumak için gereksindiği araçların meşruiyetini nasıl sağlayacak? Meşruiyetini yitirmeden ne kadar ileri gidebilir?
Üzerinde düşünülmesi gereken soru artık bu. Zira söz konusu sivil darbe, isyan girişimi ya da en basit ifadesiyle ‘terör’ eyleminin altını çizdiği şeylerden biri de ifade özgürlüğünün ‘Qanon’ gibi ‘komplocu’ ve ‘kamu akıl sağlığı’ için tehdit teşkil eden bir grubun aktiviteleri ile sınanması oldu.
Kongre binasını işgal eden kitlenin başını Qanon teorisinden etkilenen gruplar çekiyor. Mobilya satan internet sitelerinde aslında çocuk pazarlandığı iddiasıyla sadece Amerikanın değil dünyanın midesini ağzına getiren de bu gruptu. Sadece ABD’de değil pek çok Avrupa ülkesinde kâh alt-right’cılarla, siyahlara Müslümanlara karşı olan beyaz üstünlükçülerle dans eden, kâh dünyayı şeytana tapan pedofil çetesinin yönettiği iddialarını yayan bu hareket FBI’ın 2019’da yayınladığı "komplo teorilerine inanan ülke içi aşırı gruplar" uyarısında anılmış ve güvenlik tehdidi potansiyeli taşıyan bir hareket olarak tanımlamıştı.
Son olaydan sonra şimdi Twitter Qanon teorisini yayan hesapları askıya alıyor. Zira, kullandıkları dijital sahtekarlıkları iki doğru arasında yerleştirip sonuç alma konusunda açık söyleyelim bizim bildiğimiz gördüğümüz yerli ulusalcı milliyetçi demokrasi düşmanlarının tamamından daha başarılılar.
Qanon’cular demokrasiye düşmanlar ama bugüne kadar sürdürdükleri faaliyetlerini demokrasinin korumayı vaadettiği ‘ifade özgürlüğü’nden aldılar. İstismar iradesi taşıyan bu çelişkinin karşısında ise demokrasinin çelişkisi yer alıyor: İfade özgürlüğünü demokrasinin olmazsa olmazı sayan yapıların demokrasiyi korumak adına uyguladığı sansür.
Qanon’cuların hesaplarının askıya alınmasını bir kamu hizmeti olarak görebilirim. Ama mesele güvenlik, akıl ve iletişim sağlığını korumak ise şunu sormadan da edemem: Acaba Charlie Hebdo’unun yaptığı yayıncılık Qanon hareketinin ürettiği kurmaca yalan zincirinden daha mı az tehlikeliydi?
Öte yandan bakın, başkan olduğu günden beri Trump ve bizim Trump sevdalıları aleyhinde gayet nahoş yazılar yazdım ve bu yazıların arkasındayım, Trump’ın Türkiye için faydalı bir başkan olduğu tezlerine de hiç katılmadım. Trump, Uluslararası ilişkileri değerlerden yoksun bir ‘Murphy’nin altın kuralı: Altını olan kuralı koyar’ yozluğuna teyellemiş bir soytarı ve zorbaydı. O kadar. Ancak Trump, aynı zamanda demokrasinin yaptığı şakalardan biriydi, dört yıldır ülkesinin başındaydı. Şimdi sadece şiddete, isyana, kalkışmaya teşvik eden gönderileri değil, hesabı tamamen kilitlendi. Bu durum kendisini ifade özgürlüğünün sınırsızlığına dair bir ütopyanın realizasyonu olarak konumlandıran Twitter, Facebook gibi mecralar için kabul edilemez bir sapmadır.
Demokratik bir sürece acil olarak geçmek isteyen isteyen büyük bir teknoloji firmasının kişiye özel bir cezalandırma yaparak ifade özgürlüğüne yasak koyması makul kabul edilecekse sorulur, Türkiye’nin bazı PKK’lıların attığı şiddete teşvik paylaşımlarından dolayı hesaplarını kapatması neden makul karşılanmamıştı?
Demek ki, neyin ifade özgürlüğü olduğu ve korunmaya değer sayılacağı, neyin şiddete teşvik olduğu ve korunmaya değer bulunmayacağı ile ilgili kurallar egemenlerin ihtiyaçlarına, önceliklerine ve ‘meşruiyet’ anlayışlarına göre değişebiliyor. Söz konusu değişkenlik gözle görülemeyecek kadar az olduğunda demokrasiye ve ilkelerine inanç artıyor, fark büyük olduğunda ise demokrasiye güven zedeleniyor. Çünkü sadece Trump’ın yüzdüğü zorbalık denizinde değil, demokrasi isteyenlerin soluduğu havanın da ‘altını olan kuralı koyar’ ilkesizliğine göre şekillendiği ortaya çıkıyor. Bu üzücü çelişkinin bizleri zorladığı yer şu: Demokrasi mükemmel olmayabilir ama insanlık tarihinin ortak tecrübelerinin sonucunda ortaya çıkan en iyi yönetim biçimi. Henüz aşılamadı ve daha iyisi bulunamadı. Kıyasla ‘en iyi’ olması, ahlaken de ‘iyi’ olmasını, ‘iyiliğe dair’ bir iddia ortaya koymasını gerektirir. İddiasının altını tutarlı pratiklere doldurmaktan uzaklaşması ise olsa olsa kapıdaki aslanın ve sırtlanın, otoriter rejimlerin ve yarı demokrat ülkelerdeki otoriter eğilimlerin dişlerini kamaştırır.
İşin garibi içinde bulunduğumuz dönemde bu değişkenliğin, çifte standartların, uygulama farklarının, demokrasi diyerek diktatörlük icra edenlerin çelişkileri ‘görünür’ hale getiren Twitter gibi sosyal medya mecralarıydı. Ama gelin görün ki, ‘demokrasiyi korumak için demokrasiden ödün verme’ cenderesinin gel gitlerine kapılmaktan geri duramadılar.