Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Enkaz altında kalan son ceset de çıkarıldığında 6.8 büyüklüğündeki Elazığ depreminin acı bilançosu da netleşti. 41 kişi hayatını kaybetti, hastanelere başvuran 1607 vatandaştan 1523'ü taburcu edilirken 84 vatandaşın durumu görece olarak daha ciddiydi.

        Allah tekrarından saklasın, ölenlere rahmet eylesin, yakınlarına sabır versin.

        Yeryüzüdür oynar. Hareket eder, kırılır, değişir. Böyle bir coğrafyada yaşıyorsan depremle kavga etmenin anlamı yok. Depremi kınayamazsın. Depremi protesto edemezsin.

        Ama depremden sonra oluşan hasar, meydana gelen yıkım, yıkımın ve ölümlerin kaçınılmazlığı ya da engellenebilme ihtimalleri, yardımların yerine ulaşması, dağıtımının doğru yapılıp yapılmadığı konuşmaya tartışmaya soru sormaya açıktır. Bunu engelleyemezsiniz. Terör gibi insan yapımı felaketler gibi; deprem gibi Allah yapımı doğa felaketleri de devlet için yeni görev, yeni plan, yeni tasarım, yeni sorumluluk kalemi demektir.

        Jeolojiden, istatistik bilimine, mimariden, inşaat mühendisliğine, sosyolojiden siyasete uzanan geniş yelpazede açığa çıkan verilerin hemen hepsi, politikanın neresinde durduğunuza bağlı olarak size bir şey söyler.

        Binanın yıkılış biçimi bile politik okumanın süzgecine, tecrübesine ihtiyaç duyacaktır. Kolonlar kesilmişse bu sosyolojiye dair bir şey fısıldar mesela. Sosyoloji de politikanın kulağına.

        İnsanların hadiseye verdikleri ilk refleksin dua ve temenni mi, öfke ve hesaplaşma dürtüsü mü olduğuna baktığınızda meselenin hem meşrepleriyle hem de dünya görüşleriyle çok bağlantılı olduğunu görürsünüz. Dünya görüşü ve politika arasındaki ilişkiyi açmaya gerek var mı?

        Kimi hemen yardıma koşar, evinde bulduğu çocuk montunu battaniyeyi yastığı kapar bölgeye gidecek yardım kamyonuna yetiştirir; kimi Kızılay’a bağış yapıp bağışın capsini paylaşıp diğerlerini teşvik etmeye çalışır. Kimi “Tamam verelim de, 99’dan beri deprem vergisi ödüyoruz, acaba ne oldu o vergiler” diye sorar. İki tavır da politiktir. Ve her ikisi de politikanın meşru alanlarında yer alır.

        Kimi sadece o andadır, sadece Elazığlıyı rahat ettirmek, onun acılarını dindirmek, afetzedeleri sıcak tutmak, her şeyi devletten beklememek derdinde milleti yardıma çağırır. Kimi ya “İstanbul’da beklenen deprem olursa, imar barışı ile ‘tamam tamam yok bi’şey’ parantezine alnıp bağışlanıveren onca kaçak yapı ne olacak?” diye sorar, sorabilir. Her iki tutumun arkasında içinden gelinen sosyoloji, sınıf ve inanç birikiminin duygu durumumun değişen oranlarda oluşu rol oynar ve iki tutum da pekala politikanın kapsama alanındadır.

        Kimi V şeklinde yıkılan binayı görür araştırır, kimi enkaz altından çıkarken hâlâ başını örtmeye çalışan yaşlı kadının tavrını tebrik edip genç nesile örnek gösterir. İkisi de politiktir.

        Kimi Elazığ’a giden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gözündeki yaşı görüp "İşte biz bu adamı bunun için sevdik" diye iman tazeler, kimi "Şimdi mikrofonu hislerini öğrenmek için Cumhurbaşkanımıza veriyoruz” cümlesini duyup küplere biner. İkisi de politiktir.

        Ben İçişleri Bakanı Soylu’nun ve diğer bakanların ve Ankara İstanbul dışında İzmir, Gaziantep, Erzurum, Ağrı belediyelerinin ve başta AFAD olmak üzere UMKE, Kızılay, İHH gibi kuruluşların iyi koordine edildiğini gözlemledim. Kriz yönetimini hiç de yanlış yürütmediğimizi gördüm ve sevindim.

        Neden mi? 1992’nin Mart ayında Erzincan-Tunceli’deki depremin derecesi ölçeği Elazığ depreminden biraz daha düşüktü: 6.6. Ama 650 kişi ölmüş 6702 bina ağır hasar görmüş ya da yıkılmıştı. Sadece şu rakamları kıyaslamak bile nereden nereye gelindiğini anlatır.

        Ama bu, yönetimin daha iyi olabileceğini düşünenlere, Elazığ’daki iyi yönetimin olası bir İstanbul depreminde çıkacak sorunlara yetmeyeceğine dair yorum ve sorulara kızmamı gerektirmiyor.

        Depremin oluşunu ve tesirini Sünnetullah, yarattığı sorunları ‘kader’ olarak teslim edip, "Ben kişi olarak ne yapabilirim?" sorumluluğu duyan yüreklere teşekkür etmek lazım. Onlar sayesinde Elazığ yalnız kalmadı.

        Görgüsüzce ve saldırgan bir üslupla ortaya konmamış her soru, olasılık, uyarı, eleştiri için de teşekkür etmek gerekir. Onlar sayesinde devlet, varoluşunun tek sebebinin milletin güvenliği, refahı, huzuru için planlama ve tasarım yapmak, kaynakları doğru kullanmak ve bu kalemlerin her biri ile ilgili hesap verebilir olmak zorunda olduğunu hatırladı.

        Her duayı, her çabayı, sorgulamayı kenara bırakıp yola düşmeyi ‘koyunluk’, her eleştiriyi uyarıyı ve haklı soruyu ‘devlete hakaret’ ya da ‘hassas dönemde halkı kin ve nefrete bla bla’ parantezine alanların yaptığı paraziti temizlesek, her iki yaklaşımın birbirini tamamladığını, eşgüdümlü oldukları takdirde birbirlerini pekiştirebileceğini, ilkinin ‘şimdi’ için, ikincisinin ‘gelecek’ için teşkil ettiği önemi göreceğiz.

        Kötü olanın politika değil, bitmek bilmeyen hesaplaşma dürtüsü olduğunu anladığımız zaman.

        *

        İmamoğlu 'tatil' ile arasına mesafe koymalı

        Tamam demiyoruz ki, ‘tatil’ bir felakettir, ‘tatil’ ülke birliği ve bütünlüğü için bir tehdittir.

        Hayır hayır, kimse İmamoğlu’nun tatil ile arasında ‘organik bir bağ’ olduğunu iddia edemez.

        Elbette çalışıyor İmamoğlu. Ama tatil ile arasındaki ilişki de ‘fırsat buldukça tatile çıkmak’tan biraz fazlası.

        Gerekirse fırsatı kendisi oluşturuyor. Misal bazı doğa felaketlerinin tatil için bir fırsat olduğu gibi bir vehme kapılmış gidiyor.

        Sel olur, deprem olur, insanlar ölür ama olsun, pek çok durum İmamoğlu ve ailesi için çok hızlı biçimde bir ‘tatil fırsatı’na dönüşüveriyor.

        En son Elazığ depreminde, kentin durumu için olay yerine gitti ve ‘Gelmişken’, Erzurum’da bir kar tatili de yapıverdi.

        Elazığ’daki depremin üzerinden sadece birkaç gün geçmişti.

        Empati yapalım, kucaklaşalım ve sevgi… temalı sözcüklerini kendi elleriyle buharlaştırıyor Ekrem Bey.

        Biz uyarımızı başlıktan yaptık.

        Ekrem İmamoğlu sadece bir kentin değil Türkiye’nin başkanı olmak istiyorsa, böyle bir iddiası varsa ‘tatil’ ile arasına mesafe koymalı.

        Aksi takdirde rakibinin oldukça güçlü olduğu ve devletin neredeyse tamamını kapladığı bir sistemde bu tatiller önemli bir ‘beka’ ve ‘güvenlik’ tehditi olarak kendisine geri döner. Memleketin bekasından ve güvenliğinden bahsetmiyoruz elbette. Kendi siyasi kariyerinin geleceğinden söz ediyoruz.

        Yok eğer, başka bir formül söz konusuysa ve İmamoğlu tatile çıka çıka profili düşürmeyi planlıyorsa o zaman başka tabii.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar