Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ahmet Davutoğlu’nun kuruluşunu ilan ettiği ‘Gelecek Partisi’ resmen ve fiilen siyasi doğumunu gerçekleştirmiş bulunuyor. AK Parti ile ilgili tartışmalar “Büyü bozuldu” tespitiyle başlamıştı. Duygusal boyutu itibarıyla hüzün verici bir durum. Öte yandan güçlü baba figürlerine karşı rüştünü ispat eden evlatların kapıyı çarpıp gitmesi ve ayrı eve çıkması kadar da doğal bir durum.

        Bırakın majör kırılmaları bir yana, her şey sütliman olsaydı bile 17 yıllık iktidarın sonunda böyle gelişmeler olması şaşırtıcı olmazdı.

        Türkiye’nin yüzde 50’sini tek bir partinin çatısı altında toplamak fazlasıyla esnek, her politik pozisyona yer veren, çoğulcu bir yapı iseniz mümkün olabilir, değilseniz olmaz. Genel başkanının aynı anda cumhurbaşkanı olduğu, çok sesliliğin, eleştirel bakışın hainlik ya da en basitinden ayıp sayıldığı, safları sık dokunmuş bir yapı iseniz parti kimliğinin zemini yüzde 50 gibi büyük bir kalabalığı taşımaz. Öteden beri AK Partili olanların Cumhur İttifakı’nın diğer ortağı olan MHP’li profillere linç ettirildiği, ‘beka’ üzerinden Cumhur İttifakı’na eklemlenmiş Vatan Partisi’nin iktidara yakın kanallarda “Darbecilikten kaçınmanın yollarını” anlattığı bir atmosferde “Hayır bu bizim AK Partimiz değil” diyenlerin artması normaldi. ‘Devletin bekası’ meselesi birleştirici bir temel olabilir ama aslen siyaset ya da politika değildir, bilakis siyaseti durdurma, askıya almadır. Dolayısıyla saf sıklaştırma vadesi de kısadır, acil ve olağanüstü durumlar nedeniyle bir araya gelmiş parçalar, aciliyet ortadan kalkınca ya da eskisi kadar sahici gelmemeye başladığında kendilerini yeniden tartar ve kendi doğrularının ya da analizlerinin peşinden giderler.

        Tavan safları sağlam tutarsa taban da hizada durur formüllerinin miadı bir yerde dolacaktı, fazla bile dayandı. Üstelik zaten tavan sabit durmuyordu, eylem söylem tutarlılığı sık sık sekteye uğruyordu ve tabandan gelen, yapılan yanlışlardan dönülmesi çağrılarına kulak tıkamak alışkanlık haline gelmişti.

        Davutoğlu ve ekibinin beraberce ortaya çıkardığı manifesto partinin üst kademelerinde tevazu ve dürüstlükle ele alınabilseydi belki gidişatın yönü değişebilirdi. Ancak manifestoya taraftar olanların karga tulumba derdest edilmesinde fayda görüldü. Davutoğlu’nu ihraç ettirmek için fırsat kollayanlar “Bu adam gitsin artık” diyenler, “Sıkıysa kursun o partiyi, kuramaz” diyenler vardı, yeni bir parti kurmaya cesaret edemeyeceğini düşünüyorlardı. Şimdi “Oha yav, gitti ciddi ciddi ve parti kurdu, çünkü hain” diyorlar.

        Bütün yetersizliğine ve tepki çekme riskine rağmen, Gelecek Partisi’ne yönelik itirazlar büyük olasılıkla yine ‘buradan’ kurulacak. Daha doğrusu çiçeği burnunda parti “Madem öyle, bu ayrılışın bedeline katlanırsın” yollu ‘cezalandırma’ salvolarından nasibini alacak. Sürecin nasıl ilerleyeceğini Şehir Üniversitesi tartışması üzerine ileri sürülen “Davutoğlu ve Babacan Halk Bankası’nı dolandırdı” iddiası gösterdi.

        HUSUMET DEĞİL, ÇÖZÜM VE TEDAVİ YARIŞI OLMALI

        İktidar, muarızına karşı partiye ihanet, hatta giderek yurda ihanet temasını sürdürebilir. Türkiye Cumhuriyeti tarih boyunca “İçinden geçmekte olduğumuz hassas dönemleri” yaşadı ve buna rağmen mevcut partilerden ayrılanların yeni partiler kurması her zaman olgunlukla karşılandı. Zaten partiler bu yüzden bölünür ya da ayrışmalara maruz kalır: Hassas dönemlerde ve hassas sorunlarda çözüm ve tedavi yöntemleri farklılaştığı için.

        Bu noktada Davutoğlu’nun da Babacan’ın da eleştirilerini şahsileştirmeden ve muhafazakar/dindar partileri tarihin karanlık fonuna yerleştirmeden siyaset yapmaları, ayrışmayı büyük ve kapsamlı bir ‘reddiye’ olarak değil, ‘restorasyon’ ve ‘tedavi’ odaklı yürütmelerinde fayda olduğunu söylemek lazım.

        MUARIZINI DOĞRU SEÇME DÖNEMİ

        Neden derseniz, sözde AK Parti’yi desteklemek adına Davutoğlu’nun suçlarını sıralamaya kalkışan Vatan Partisi’nin geçen haftaki manşetinin hem AK Parti’yi hem de AK Parti’den koparak yeni bir hareket başlatanları, yani iki tarafı birden ilgilendirdiğini hatırlatmak isterim.

        Aydınlık gazetesi malum “Biz aslında iktidardayız” diyen Doğu Perinçek’in gazetesi.

        Vatan Partisi beka meselesi üzerinden iktidara eklemleniyor. Bu sadece ‘vatan’ ile de sınırlı değil. Eski Yugoslavya’da Miloseviç, Boşnakları keserken Miloseviç’e “Ülkesini savunan adam” diye kol kanat germiş, öldürülen Müslüman Boşnaklara da ‘hain, bölücü’ en hafifinden ‘ahmak’ diyebilmiş bir siyasi çizgiden bahsediyoruz.

        Gelin görün ki Doğu Perinçek birkaç yıldır “Fikirlerimiz iktidarda” diyor, özellikle belli çevrelerden destek alıyor, dahası Külliye’ye yakın haber kanalına çıkıp darbelerle mücadele nasihatleri verebiliyor.

        AK Parti’ye yön verenlerin ‘tehlike’ olarak gördüğü, şeytanlaştırmak istediği profiller bu gazetenin manşetleri, köşe yazarlarına dövdürtülüyor. Hakaretlere muhatap kalmış olmasam bu meselenin bugünün değil en az üç yıllık tuhaf bir ortaklaşmanın ürünü olduğundan bu kadar emin olmazdım.

        Söz konusu ortaklaşmanın en açık ve en görünür versiyonu ama aslında nasıl tehlikelere gebe olduğunun işareti yakın zamanda atılan manşetti. “Şehir Üniversitesi ile ilgili suçlamalar hafif kalır” diyen gazete açtı ağzını yumdu gözünü ve Davutoğlu’nu dışişleri bakanı iken atanmış bürokratların sonradan FETÖ’cü olduklarının anlaşılmış olmasından Rus uçağının düşürülmesine, çözüm sürecinde atılmış adımlardan Esad’la ilişkilerin bozulmasına kadar hemen her şeyden sorumlu tuttu.

        Çözüm süreci de, Suriye’de Esad’ın değil demokratik taleplerin yanında durmak gerektiği fikri de, Rusya ya da başkası hava sahası ihlallerini devam ettirirse karşılık verileceği de dönemin hükümetinin kararlarıydı ve devletin yetkili organları ile beraber istişare edilerek alınmış kararlardı. Dolasıyla Aydınlık manşeti aslında sadece Davutoğlu’nu suçlamıyordu. İşler ters giderse bütün AK Parti hatta Erdoğan için hazırlatacakları iddianameyi önümüze koyuyordu. Dolayısıyla, her iki lafın başı Ergenekon ve Balyoz davalarını dile getiren ve “Elbette yargılamalar olacak” diyerek müstakbel bir ‘hukuk’ atfıyla ‘mevcut’ siyasi profillerin yüce divana çıkacağından bahseden 28 Şubatçıların kafası bambaşka bir yere evriliyordu. İddianamenin taslağı bile hazırdı.

        TEKRAR SORAYIM: EMİN MİSİNİZ?

        24.10.2017 tarihinde Habertürk gazetesinde AK Parti’ye şu soruyu sormuştum: “Yeni Dostlar Tamamen Tekin mi?”

        O günden bugüne yanılmadığım gibi bahsini ettiğim ittifak daha da derinleşti. O yüzden soru hâlâ önemini koruyor.

        Tablo şu:

        Bir tarafta AK Parti’ye konjonktürel olarak yaklaşan ve fakat AK Parti’yi AK Parti yapan değerlerle kavga etmekten çekinmeyen ve hatta gerekirse AK Parti’yi kapattıracak iddianamasi de hazır olan 28 Şubatçı kafalar ve Türkiye’yi Çin-Rusya gibi aşırı kontrolcü ve tahakkümcü bir eksene çekmek isteyen totaliter rejim sevdalısı Vatan Partisi gibiler var.

        Diğer tarafta gerek manifestosunda gerekse 13 Aralık’taki parti açılışında yaptığı konuşmada AK Parti’nin kuruluş esaslarına, AK Parti’yi doğuran değerlere duyduğu bağlılığı devam ettirmiş Davutoğlu ve AK Parti ile kanlı bıçaklı bir siyasi kavgaya girişmekte isteksiz olduğu belli olan Ali Babacan var. Siyasi iktidar bu gerçeklere rağmen 28 Şubatçı zihniyetle, rövanş isteğini gemleyemeyen totaliter rejim sevdalılarıyla yürümeyi tercih eder mi? Doğrusu zor bir sınavla baş başa kalan sadece yeni oluşumlar yeni partiler değil. Erdoğan’ı ve bazen Erdoğan adına kararlar verenleri da zor bir eşik bekliyor.

        Hem AK Parti adına karar veren dar dairenin hem de AK Parti’den kopan hareketlerin birbirleri ile rekabet etmesi, birbirlerine muhalif olmaları ne kadar doğalsa, muhafazakar, dindar zeminin kaymasına neden olacak ontolojik bir husumet içine girmeleri o kadar endişe verici sonuçlar doğurur.

        Açık söylemek gerekirse şimdiye kadar iktidarda kalabilmiş olanlar güçlerine, sahte destekçilerine, zaman ayarlı bomba kıvamındaki sözde müttefiklerine; yeni ve dürüst olduklarını düşününler de kendilerini yozlaşma içeren uygulamalardan yörüngesini şaşırmış siyasetlerden ayrıştırabilmiş arınabilmiş olmalarına fazla güvenmemeli. Mevzu ne olursa olsun medeni bir rekabet ilişkisinin tesisinde fayda var, AK Parti ve AK Parti’den kopan hareketler dil ve duruşlarına dikkat etmezlerse, araya kaynak yapmış müttefiklerin yaydığı korsan sinyaller başarıya ulaşabilir ve taban birini diğerine tercih etmeyip bu pınarın tümden kuruduğuna hükmederek radikal bir tercih değişikliği yapabilir.

        *

        Altını çizdiğim cümleler

        Davutoğlu’nun konuşmasında pek çok konu ele alınmış, etrafında bir argüman inşa edilmiş. Gelecek Partisi ismi, kendisini şu cümlelerle açıyor:

        “20. Yüzyıla ait sorunlarla siyaset yapanların, Türkiye’nin 21. Yüzyılına sunacakları bir vizyon bulunmamaktadır. Türkiye yeterince geçmişte yaşadı. Türkiye’nin bugününü yönetemeyenler de hep geçmişe sığındılar. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına ulaşmak üzere olduğumuz bu zaman diliminde, ülkemizin sorunlarının çözümü güçlü bir gelecek tasavvuruyla mümkündür. Türkiye’nin geçmişte bırakması gereken sorunlardan beslenenlerin, ortaya çıkardığı karamsar tablo baştan aşağı değişecektir.”

        Çok güçlü ancak oldukça iddialı ifadeler. Hocayı seven, saygı duyan ancak eski bir dil kullandığını, ‘medeniyet’ kavramı üzerinden çok fazla gelenek ve tarih vurgusu yaptığını düşünenlerin bu vaadin geleceğini ilgiyle takip edeceklerini söylersek haksız olmayız sanırım.

        Benim en çok hak verdiğim kısım salt sadakate dayalı dar kadro siyasetinin liyakat ve ehliyet gibi değerlerin rafa kaldırılmasına yol açtığını, bunun da her alanda kötü yönetimi getirdiğini ifade eden cümleler oldu.

        Ayrıca şu kısımların altını çizmeye değer gördüm.

        - İlkeler, prensipler: “Parti olarak lider kültü ve edilgen kadrolar anlayışına dayanan siyaset tarzını reddediyoruz.” (…) “Devlet yönetiminde temel ilkemiz ehliyet, liyakat ve emanettir.” (…) “Ekonomide temel hedefimiz âdil ve sürdürülebilir refahtır.”

        - Tutum ve metod: “Siyasi söylem ilkemiz gerçekçi vizyonerliktir. Özgün kavramları tüketen popülist hamasetten de, ümit ve vizyon içermeyen edilgen bir söylemden de uzak duracağız. Var olan gerçeklik ile gelecek vizyonu arasında söylem-eylem tutarlılığı sağlanacaktır. Yenilenme adına geçmiş tecrübe birikimimizi reddetmeyecek, geçmişe saygı adına da arkaik görüşlere fırsat tanımayacağız”.

        - Hukuk düzeni: “Hedefimiz can ve mal güvenliğini, inanç ve ifade özgürlüğünü, örgütlenme, eleştiri ve gösteri özgürlüğünü tam anlamıyla sağlayan bir hukuk düzenidir. Düşünce ve inanç hürriyetini kısıtlayarak bireyin özgür iradesini yok etmeye çalışan dinî veya seküler her akım ve rejim, insanın zihnen köleleştirilmesine yol açar. Nitekim bunun örneğini de 15 Temmuz’da her türlü cürmü işleyebilecek birer robota dönüşen darbecilerde görmüştük. Dünyada otoriter ve popülist eğilimlere yöneliş olduğu bir dönemde kendi özgür iradesine malik, onurlu ve başı dik insanların yaşadığı bir ülke inşa etmeliyiz.”

        - Çoğulculuk: “Farklılıkların güven ve huzur ortamında bir arada yaşamasının teminatı olan kapsayıcılık ilkesi bağlamında çoğunlukçuluğa karşı çoğulcu bir yaklaşımı hayata geçireceğiz”

        - Din devlet ilişkileri: “Siyaset alanında herkes kendi imtihanını vermeli ama dini değerleri bu imtihan sathına sokmamalıdır. Hak ve makam talepleri ibadet üzerinden değil adalet, ehliyet ve liyakat temellerine dayalı hukuk ve teamül üzerinden geçekleşir. Devlet, bütün dini/mezhebi/felsefi anlayışlara ve topluluklara aynı mesafede olmalı ve eşit yaklaşım göstermelidir. Bu çerçevede temel ilkemiz özgürlükçü laiklik ve çoğulcu din anlayışıdır”

        - Şeffaflık: “Yolsuzlukların kökünden engellenmesi için kamu adına yapılan her türlü işlem, kamu denetimine açık olmalıdır. Bu ancak şeffaflık ilkesi ile sağlanabilir”. (…)”Kamu görevi yürütenlerin aile mensupları ne özel bir ayrıcalığa sahip olmalıdır ne de yıpratıcı bir eleştiriye muhatap kılınmalıdır. Siyasi ahlâk ve şeffaflık ilkeleri kişisel ahlâka güven ile teminat altına alınamaz. Bu çerçevede siyasi ahlâk, şeffaflık, siyasetin finansmanı ve imar rantlarının vergilendirilmesi yasaları acilen çıkarılacaktır.”

        - Yargıda reform: “Toplumsal ve siyasal hayattaki en büyük meselemiz, adalet dağıtması gereken yargı alanının güç devşirilen bir çıkar alanı olarak işlemesidir. Hukuk, güç biriktirme alanı değil, gücü denetleme ve ahlâki çizgiye getirme alanıdır. Yargının kontrol altına alınması çabası hangi gerekçeyle ve kim tarafından yapılırsa yapılsın en büyük suç olarak görülmelidir. Yargının hızlı ve etkin çalışması ve adil kararlar verebilmesi için esaslı bir reform yapılacaktır.”(…) “Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK), ‘Hâkimler Kurulu’ ve ‘Savcılar Kurulu’ olarak ikiye ayrılacaktır. HSK’nın disiplin kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulmasını engelleyen hüküm değiştirilecektir.”

        - Kuvvetler ayrılığı ve Meclis: “Son anayasa değişikliği ile işlevini ve önemini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya olan TBMM’nin siyasal etkinliği mutlak surette artırılacaktır. Yürütme erkinde yetki-sorumluluk dengesinin hiç bir tereddüde mahal vermeyecek bir açıklıkta ortaya konması, yönetimde etkinlik ve hesap verilebilirlik ilkelerinin hayata geçirilmesi açısından bir zarurettir. Yürütme erki de yasama ve yargı erki gibi anayasal denetime açık olacaktır.”

        - Yerinden yönetim: “Güçlü bir merkezi yönetimin ilk şartının, yerinden yönetime verilen önem ve açılan alan miktarı olduğunu düşünüyoruz”. (…) “Yerinde halledilebilecek hiçbir başlık merkezden idare edilmek zorunda değildir.”

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar