Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Önce “Hayır akmayacak, sadece kan, sadece gözyaşı getirecek” diyenlere soralım: Başka yolu var mıydı?

        Biliyorum, Condoleezza Rice’a bağlamış savaş çığırtkanlarından fenalık geçiriyorsunuz. Şahin şahin konuşmaya tivitlemeye başlayan arkadaşlarınızın “Biz buradadestan yazıyoruz sinyorita" edaları, "Ya bizdensin ya onlardan" dilini kullanmaları karşısında şaşkınsınız. “Her savaş bir parça trajedidir” gerçeğini bu kadar çabuk devre dışıbırakıp son günün yükselen gemisine atlayıp yeni pozisyonlarını kariyere çevirme çabasına girişmiş tanıdıklar sizi iyiden iyiye hayal kırıklığına uğratıyor. Daha üç ay önce İstanbul Belediyesi’nin haksız yere tekrarlanan yerel seçimini kazanmak için son çare Öcalan’a mektup yazdırtanlar şimdi “PYD PKK’dır, Öcalan’a bağlıdır, o halde vurun!" diye harekat yapıyor nihayetinde. Gel de sorgulama. Ses çıkarmıyorsunuz, bu kez de "Niye sustun hain!" diyen birileri çıkıp söylemediğiniz şeyler yüzünden hesap soruyor. Oysa basbayağı milli ve yerlisiniz, sizin oralarda da teröre terör derler ve siz de "Yaşasın evet devletim vatanım" diye bağırmak isterdiniz, ama bir şey sizi tutuyor, bir yabancılaşma duygusudur gidiyor.

        Meselenin iç siyaset aynasında yansırken oluşturduğu abuk sabuk, eciş bücüş görüntüleri bir kenara bırakın yine de. Soruyu kendinize sorun.

        Başka yolu var mıydı?

        Unutmayalım ki, Türkiye barışın kapısını çalmadan bu noktaya gelmedi.

        Peki neden böyle oldu?

        Ne oldu da 2015’te Kobani’yi kurtarmak için yukarıdan aşağı peşmerge sarkıtan ve bu arada da hâlâ Kobani’den gelen aşağılayıcı cümleleri işitmeye devam eden Türkiye, şimdi aynı yerlere harekat düzenliyor?

        Çok şey oldu.

        Hendekler oldu. 15 Temmuz oldu ve Türkiye o süreçten milliyetçileşerek çıktı. Ama her şeyden önemlisi Kandil’in Türkiye ile barış ortamı oluşturup devlet olarak Türkiye’yi tanıma iradesi göstermek yerine, ABD eliyle Suriye’de devlet kurup Diyarbakır’ı başkent yapma hayaline kapılmış olmasıydı. Şiddeti arttırıp zor yolunu kullanmasıydı. PKK’nın Kürt illerini savaş alanına çevirmesiydi. Ve bütün olanlarda, ABD’nin IŞİD’le mücadele ederken, Türkiye’yi değil, sahadaki aktör diyerek PYD’yi tercih etmeye meyyal oluşunun ülkemiz egosunu yaralamış olmasının da etkisi var.

        Kuruluşu Kandil’de gerçekleşmiş, lideri olarak Öcalan’ı gören PYD, PKK ile aynı organik damar olan YPG’yi sınırlarımızla burun buruna olan Kürt bölgelerini kontrol altına almak için kullandı, kendisinden olmayan Kürtleri Kuzey Irak’a sürdü. Katar katar Kürt PYD’den kaçmak için yollara düştü. Sistematik demografi değişim planlarından Araplar da nasibini aldı. PYD, Obama ABD’sinin de yardımıyla İsrail’e ‘kanka’ olacak ve İran’ı da dizginleyecek bir devleti oluşturma işlemini adım adım sahneye koyuyordu. Af Örgütü’nün yayınladığı bir raporda köylüler kendilerini ziyaret eden YPG’lilerin “Tarlanı evini bırak git, yoksa seni IŞİD’e yardım ediyor diye ABD’ye rapor eder evini bombalatırız” diye tehdit ettiklerini anlatmışlardı, unuttuk mu?

        Sözün özü, Türkiye bugün bu harekatı yapıp güvenli bölgeyi oluşturmazsa, bu acı reçeteyi uygulamazsa çok değil 6-7 yıl sonra, Suriye’deki donanımını tamamlamış, daha güçlü hale gelmiş bir PYD-PKK tarafından hedef alınacağı, daha ciddi daha büyük bir savaşa sürükleneceği öngörüsünde mutabık kaldı. Bu mutabakat sadece Cumhurbaşkanı’nın iradesinden ibaret değil, MGK’sından MİT’ine, halkın büyük bir çoğunluğuna varana dek yöneticiler ve yönetilenler, Suriye’ye ilişkin tehdit analizinde ortaklaşmış durumda.

        ÇÖZÜM SÜRECİ CİDDİYE ALINSAYDI HER ŞEY FARKLI OLURDU

        Tek celsede bu işten barış çıkmaz demek, alternatif bir çözüm yolu varmış ama Türkiye o yolu seçmiyormuş gibi davranmayı beraberinde getiriyor.

        Elbette 2013’te böyle bir ihtimal, böyle bir alternatif çözüm yolu vardı. Türkiye çözüm sürecini, aynı zamanda Suriye’deki Kürtleri de kazanmayı içeren bir iyi niyetle ortaya koymuştu. Fikir güzeldi ama yetersizdi. Saçma sapan hatalar, devletin ciddiyetsizliği, PKK tarafının fırsatçılığı ve çözüm sürecini kendi totaliter örgütüne verilmiş özel bir yetki gibi algılaması gibi nedenler, iyi niyeti hızla öfkeye çevirdi.

        Türkiye, 2013’te PKK’ya, "Sınırlarımız içinde silah kullanma, militanlarını sınır dışına çek" diyor ve muhataba bunu sağlaması karşılığında kısmi af, Türkiyelilik ve siyasete entegre olmuş vatandaş Kürt realitesini tanıma vadediyordu. PKK bu öneriyi elinin tersiyle ittiği için devlet de şimdi vaatleriniyerine getirmiyor ve talep ettiklerini de kendi eliyle zor kullanarak alıyor. Egemenlik tekeli nedeniyle de böyle bir hakkı var. Sınırları dibinde kurulması muhtemel olan devletin, Türkiye’nin doğu ve güneydoğusundaki Kürtleri kendi doğal tebaası olarak göreceğine, onları provoke edip Türkiye devletiyle kurdukları vatandaşlık bağını sabote etmeye çalışacağına kesin gözüyle bakılıyor.

        Türkiye’nin sınırlarının kenarında kurulacak bir Kürt oluşumu ile sorunu yok.

        Ama Türkiye’nin sınırlarının kenarında kurulacak ve Türkiye’ye karşı hasmane tutumu bilinen PKK-PYD tarafından yönetilecek bir devletle, evet sorunu var. Çünkü bu yapının çok geçmeden Diyarbakır’ı başkent ilan edeceği belli. Başka türlü ufkunu ve ideolojik bir örüntüyle kendisine bağlı tuttuğu militanları motive ve mobilize edemez.

        HAREKAT KÜRT SİYASETİNİ PKK VESAYETİNDEN KURTARABİLİR Mİ?

        Günün sonunda PKK, Trump’ın "Küreselleşme doktrinini reddediyoruz" cümlesinin ne anlama geldiğini doğru okuyamadığı ve Obama ‘stayla’ devam edileceğini zannettiği için kaybetti. Hem Türkiye için siyaset yapacak ve Türkiyeli olacak diye umut bağlanan HDP’ye hem HDP’nin temsil ettiği Kürtlere hem de HDP’ye sahiden iyi niyetlerle epey anlam yüklemiş Batı illerinin saf beyaz Türklerine zarar vermiş oldu.

        Düşünün ki, sırf HDP, PKK’dan bağını koparamıyor diye, HDP ile bazı zamanlarda yan yana duran ve cumhuriyetin en köklü partisi olan CHP bile zan altında kalabiliyor. Bu yüzden genel başkanı Kılıçdaroğlu bir şehit cenazesinde yumruklanabiliyor. PKK’dan kendi dinamikleriyle arınamayan HDP, bu şekliyle siyaset sahnesinde en hafifinden ‘anomali’ oluyor.

        Tam bu noktada hatırlatmak lazım: Barış Pınarı harekatı, sadece ülke sınırlarını koruma amacıyla yetinirse, kendisini bugün sosyal medyayı kaplayan “Türk’ün gücü” naralarının parantezine sıkışan bir amaçla tanımlarsa anlamlı olmaz. Harekat, Kürtleri marksist Leninist ama ABD’den medet umacak kadar da pragmatist, özünde totaliter ve baskıcı bir yapı olan PKK’nın silahlarının gölgesinde yaşamaktan kurtarmayı bir amaç olarak belirlemezse meşruiyet zeminini kaybeder. Zorunluluktan ya da konjonktürden dolayı PYD’ye itaat etmiş sivil Kürt yerleşimcilerinin canlarının ve kazanılmış haklarının zarar görmemesini sağlamak Türkiye’nin boynunun borcudur. Oluşturulacak güvenli bölgeye mültecileri yerleştirme planının sıhhati ve geleceği buna bağlıdır.

        Kötü haber şu ki, savaşın her türlü maliyeti olur. Her canın kaybı ağır bedeldir. Güvenli bölgede kendisini güvende hissetmeyipgöçecek Kürtlerin yaşamak zorunda kalacağı dram da bizim dramımız olacak. Kalmaları halinde, yerleştirilecek Arap mültecilerle ilişkileri iyi regule edilmezse, çıkacak çatışmalar da bizim sorunumuz olacak.

        Harekatın iç politikaya yansıması, yükselen milliyetçilik, otoriterliğin artması ve özgürlük alanlarının daha da daralması şeklinde olursa, şimdilerde sağa sola "Niye susuyonuz lan?" diye ahkam kesenleri karşıma alıp ağızlarına vurmak için hazır olacağım. “Susuyorlardı, çünkü tam olarak bundan endişe ediyorlardı”

        Dahası, IŞİD tutuklularının serbest kalmaları ihtimalinde YPG’nin bunun sorumluluğunu Türkiye’ye yıkacağını, dünyanın da bunu satın alacağını biliyoruz. Bunun anlamı S-400 vesilesiyle gündeme gelen ama sonra feri sönen CAATSA yaptırımı tartışmalarını alevlendireceğini ve belki bu kez hedefi de tutturacağını söylemek yanlış olmaz.

        İyi haber ise şu: Mehmetçik bölgenin gördüğü göreceği en vicdanlı merhametli özenli asker. Harekatın hedefini şaşırma olasılığını en aza indirecek unsur bizatihi TSK’nın kendisi. Harekatın başarılı olması, PKK’nın püskürtülmesi, silahlar üzerindeki kontrolünü yitirmesi şehirlerdeki söylem üstünlüğüne darbe vuracağı için, Türkiye’deki şehir yapılanmaları da bundan etkilenir. Bu da, bölgedeki PKK vesayetini bitirip, nihayet bölgeye has, Kürtlerin meselelerini önceleyen ama vatandaşlık bilinci olan gerçek Kürt partilerinin çıkmasını ve siyaset yapmalarını sağlayabilir.

        Söylediğimin, aslında, 2013’te çözüm sürecinde hedeflenen şeyin zor yoluyla zor yoldan elde edilmesinden başka bir şey olmadığının farkındayım. O günlerde bunu ikna, uzlaşı ve rıza üretimi ile yapmaya çalışmıştı devlet, bugün zor yoluyla, harekat ile aynı sonucu almaya çalışıyor.

        Açık söyleyeyim: Keşke 2013’teki o imkan ıskalanmasaydı. Keşke böyle olmasaydı. Çözüm sürecinin hem fikir hem ideal olarak korunması ihtimalini, kör topal iki adım ileri bir adım geri şeklinde de olsa yürümesini, şimdi olanlara yeğ tutardım.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar