Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İçişleri Bakanlığının yaptığı üç büyükşehir belediye başkanını görevden alma tasarrufunu içeren idari işleme hangi olayların neden olduğunu derleyen Anadolu Ajansı şöyle bir tablo ortaya koymuş:

        Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk: Hakkında 6 terör suçu soruşturması bulunuyor. Aleyhindeki ithamlar: Aday toplantısında terör örgütünün marşı okunurken herkesle beraber saygı duruşunda ayakta dinlemiş. Belediyenin resmi sitesindeki Türk bayrağını kaldırmış. Hakkında soruşturma yürütülen Cabbar Leygara’yı Mardin Kent AŞ’ye Genel Müdür olarak atamış. Terör suçu nedeniyle kamu görevinden ihraç edilen Enver Ete’yi danışmanlık görevine getirmiş. Açlık grevi yapan mahkumlara destek için düzenlenen ve “Faşizmi yıkalım, Kürdistan’ı özgürleştirelim” gibi sloganlar atılan basın açıklamasında en önlerde yer almış.

        Van Büyükşehir Belediye Başkanı Bedia Özgökçe Ertan: Hakkında 7 ayrı terör suçu soruşturması var. Aleyhindeki ithamlar: 4 Ağustos 2016’da Cizre’de ölü olarak ele geçirilen Mevlüde Bozkurt’un defin işlemine katılmak, (Dikkat buyurunuz 2016, görev sırasında yapılmış bir katılım değil) 9 Ekim 2015’te terör örgütü PKK/KCK’nın elebaşı Öcalan’ın resminin bulunduğu ve terör örgütünün övüldüğü bir basın açıklamasında ön safta yer almak, (Dikkat buyurunuz 2015, görevi devraldığı tarihten 4 yıl önce), eylem hazırlığındaki 3 teröristi belediyeye ait araçla taşımak (açık ve net en hafifinden görevi kötüye kullanma suçu teşkil eder) ve etkisiz hale getirilen teröristin defin işleminde yer almak.

        Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Adnan Selçuk Mızraklı’nın hakkında 9 ayrı terör suçu soruşturması bulunuyor. Aleyhindeki ithamlar: Personel kimlik kartlarından Türk bayrağını kaldırmak, değişik tarihlerde birçok teröristi görev yaptığı hastanede resmi kayda gerek duymaksızın tedavi etmek, ilaç ve tıbbi malzeme yardımı sağlamak, terörist cenazelerine katılmak, 2019 yerel seçim sonrasında milli manevi geçmişi hatırlatan cadde sokak veya park isimlerini örgüt mensuplarının isimleri ile değiştirmek “istemek”.

        Yerel seçim öncesi YSK’nın başvurularını kabul ettiği, aday olmalarına imkan verdiği üç kişiden bahsediyoruz.

        Meselenin siyasi yönüne bakarsak, söz konusu belediye başkanlarının (Bedia Özgökçe için ileri sürülen eylem hazırlığındaki teröristleri belediye aracı ile taşıma suçlamasını daha ayrı bir kategoride değerlendirmek gerekse de) esasen HDP’liliğin gereği neyse onu yaptıkları için görevden alındıklarını görebiliriz.

        Görev süresi zarfında işlenen suçlar nedeniyle İçişleri Bakanlığının böyle bir tasarrufta bulunma yetkisi var. Ancak ilgili kişilerin aleyhinde soruşturma ve kovuşturma olması bu kararı açıklamaya yetmiyor. Çünkü soruşturma ve kovuşturma bir yargı hükmü değildir.

        Her şey bir yana, bunun olacağı, böyle bir şeyin yapılabileceği 31 Mart yerel seçimi öncesinde Cumhur İttifakı tarafından dile getirilmişti. Dolayısıyla iddialar ve suçlamalarla söz konusu görevden almalar arasındaki orantı-orantısızlık bu cihette önemini yitiriyor.

        Nitekim kimse bu belediye başkanlarının kimliği ile ve ne yapıp yapmadıklarıyla ilgilenmiyor. MHP ve MHP’lileştirilmiş AK Parti tabanı, söz konusu idari (ve siyasi) kararı HDP’ye, HDP’liliğe yapılmış milli bir hamle olarak görüyor ve beğeniyor. Sosyal medyadan takip edebildiğim kadarıyla şöyle diyeyim: “Tatsız ve yakışıksız bir durum ama naapalım bazen böyle zor kararlar almak gerekir” diyenler bile vatanseverliği şaibeli bulunup lince uğramış.

        İş bu raddeye gelmiş, o halde sorulması gereken, daha önce de sorduğumuz soruyu tekrarlayalım: Madem HDP’li olmak, ve HDP’liliğin gereklerini yerine getirmek yasalarımız ve milli birlik-bütünlük meselemizle bu denli çelişmektedir, halkın oyunun çöpe gitmesine sebep olmayı bırakıp neden HDP’yi kapatmıyorsunuz?

        Açık ve faal halde olan her parti halka “Bu partinin adaylarına oy verebilirsiniz” anlamı taşıyor. Bu anlamı üretip sonra o partinin aldığı oyları kadük bırakmak hangi temsili demokrasi anlayışına sığıyor?

        “Yok biz partiyi şeytanlaştırmıyoruz, sadece ‘bu kişilerin’ terörle mücadelemize zarar verdiğini gördük, müdahale ettik” diyorsanız, o zaman neden bu belediye başkanlarının yerine başkan yardımcıları, yahut partinin tayin edeceği bir temsilcisi, hadi o da olmadı diyelim belediye meclisinin seçeceği biri vekalet etmiyor? Bunun yerine neden “valiler” kayyuma dönüştürülüyor?

        DIŞARDA BARIŞ KORİDORU, İÇERDE “GÜVENLİ BÖLGE”

        Her ne kadar 31 Mart öncesinde dile getirilmişse de, “Neden?” sorusunun cevabının o kadar basit olmadığı ortada.

        Neden sahi?

        1) Akla gelen ilk sebep hükümetin kayyum-vali modelindeki uyumu ve kolaylığı sevmesi

        2) 23 Haziran öncesinde Öcalan’ın kendi avukatları tarafından gizlenen sonunda bir sosyolog tarafından ilan edilen “İstanbul seçimlerinde İmamoğlu’na oy vermeyin” mealindeki mesajının HDP’liler tarafından kale alınmaması, HDP’nin artık İmralı’ya değil Kandil’e bağlı olduğu yönündeki okumayı kuvvetlendirdi. HDP’nin Kandil ve PKK bağımlılığı, dönüştürülmesi aciliyet kazanmış bir mesele olarak ele alınıyor. Zincir, pranga ya da dirsek teması, ne şekilde olursa olsun PKK ile bağı olanların bir daha hiçbir partide siyaset yapamayacakları mesajının altı çiziliyor, mesaj fiiliyata geçiriliyor.

        3) Fırat’ın doğusuna yönelik harekat konuşulurken, bu planın yerini ABD ile zoraki bir uzlaşı içinde yürütülecek bir “barış koridoru” tesisi almıştı. Türkiye’nin harekat kararlılığı ABD’nin adımlarını hızlandırmasını bir müşterek eylem merkezinin oluşmasını sağladı. Devlet aklının söz konusu barış koridorunu “güvenli” kılmanın yolunun içeriden darbe alma olasılığını en aza indirmek ve bunun için PKK ile bağları belirgin olan belediyeleri valilere emanet etmek gerektiği yönünde çalışacağını düşünmek zor değil.

        KAYYUMLU DEMOKRASİNİN BU KADAR ALKIŞLANMASI ÜZÜCÜ

        Devlet aklı böyle öngörebilir. Bakanlık “devletin egemenlik hakkını” böyle kullanmayı uygun görmüş olabilir. Lakin sebep, gerekçe, motivasyon ne kadar ülkeyi bir ve bütün tutmak olursa olsun, HDP’nin aday gösterdiği, YSK’nın aday olmalarında sakınca görmediği ve halkın da oy verdiği partinin kazandığı belediyelerle ilgili tasarruf böyle mi olmalıydı sorusuna “evet” demek oldukça zor. Kayyum alkışlayan bir topluma dönüşmemiz üzücü.

        Çünkü bu tasarrufun referansı “ülkemizi bir ve bütün tutmak” ise, unutulmamalıdır ki, ülkemizi bir ve bütün tutan değerlerden biri de demokrasi ve toplumun demokrasiye olan ilişkisidir.

        Çünkü “Son sözü sandık söyler” ilkesiyle çelişmek demokrasinin geleceğini zaafa uğratır, demokratik aksama, seçimlere, halk iradesine yüklenen anlam repertuarının içini boşaltır.

        Çünkü Gezi eylemleri üzerinden başlayan Taksim kalkışmasına da bu nedenlerle karşı çıkmıştım. Demokratik hak olarak başlayıp, seçimlerin tayin ettiği sonucu hükümsüz bırakma yoluna saptığı, sandık dışı bir yoldan sandık sonucunu akim bırakmak isteyen gelişmelere savrulduğu için. Bu kez müdahalenin bir sokak hareketinden değil de devletten geliyor oluşu, bakış açımı değiştirmiyor.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar