Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Önce iddiaları yalanladılar, açıktan ve bağıra bağıra Türkiye’nin yalan söylediğini iddia ettiler. Ufukta yaptırım ihtimali belirdiğinde, “Tehditlere misliyle karşılık veririz” dediler. Sonra, Cuma günü Erdoğan’ın Kral Selman bin Abdulaziz’i aramasından dakikalar sonra, Cemal Kaşıkçı’nın kendi konsolosluklarında öldüğünü, öldürüldüğünü kabul ettiler

        Suudi Arabistan Başsavcısı yayımladığı yazılı açıklamada, "İstanbul'daki Suudi Konsolosluğu'nda onunla (Cemal Kaşıkçı) ve onunla buluşan kişiler arasında tartışma çıktı. Bu da kavga ve yumruklaşmaya ve Cemal Kaşıkçı'nın ölümüne yol açtı. Ruhu şad olsun" diyor. Soruşturma açıldı ve 18 kişi gözaltına alındı. Suudi istihbarat şefi Ahmet el Asiri ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın üst düzey danışmanlarından Suud el Kahtani'nin de görevden alındığı biliniyor.

        Suudi Arabistan’ın açıklamaları Halloween şakalar geçidi adeta.

        Çünkü Nobel’li aktivist Tevekkül Karman’ın dediği gibi olayın bir arbededen kaynaklandığına inanmak mümkün değil. Karman’ın sorusu doğru: "Eğer planlanmamış bir arbedeyse, Konsoloslukta bulunmayan Asiri ve Kahtani'yi neden görevden aldınız?"

        Dahası Kaşıkçı'nın ölümünü ilk defa kabul eden Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz'in, istihbarat servislerinin yeniden düzenlenmesi işinin başına Kaşıkçı suikastının akla gelen şüphelisi konumunda olan Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ı getirmesi yeterli mesajı içeriyor: Ortada gerçek bir özeleştiri ve sorumluluğu kabullenme niyeti yok. Bilakis %99 olasılıkla Muhammed Bin Selman’ın emriyle işlenmiş cinayetin fazla gürültülü olmasından duyulan rahatsızlığı, şimdi soruşturma altında olan 18 kişiye fatura ederek “daha sessiz çalışabilen, üzeri örtülebilen suikast metotlarıgeliştirme” hedefi var. Rusya’nın Çeçen cinayetleri örnek alınabilir, Rus eğitmen transferi yapılarak daha sofistike yöntemler öğrenilebilir. Hatta daha mümkün olanı, BAE’nin Muhammed Bin Zayed’in devreye girerek “Bak ben olmadan her şeyi elinize yüzünüze bulaştırıyorsunuz” demesi ve durumu kendi lehine çevirmek için kullanmasıdır.

        Lakin bu olay büyük ve işler failinin, baştan öngöremediği, hiç de istemeyeceği boyutlara geldi.

        TÜRKİYE ABD’NİN BASKI YAPMASINI SAĞLADI

        Türkiye, Suudi Arabistan’ı burnundan yakaladı ve ilginç denebilecek incelikle, hiç bağırıp çağırmadan, nazik nazik sürttü. Suud rejimini karşısına almadan, kendi ülkelerinde yaptıkları zulümler dağları aşmış Rusya ve İran gibi ülkeleri fazla sevindirmeden, uluslararası sözleşmelere uygun ilerleyerek hareket etti.

        Hayır, Suudi Arabistan İstanbul Başkonsolosu Muhammed Uteybi’nin ülkesine dönmesine engel olmadı. Çünkü Viyana Sözleşmesi’ne göre Uteybi’nin böyle bir hakkı var. Ancak Türkiye bir konsolosu engellemekten çok daha fazlasını yaptı. Cinayetin örtbas edilmesine izin vermedi ve konunun uluslararası kamuoyunun gündemi haline gelmesini sağladı. Mesleki dayanışma nosyonu gelişmiş uluslararası medya kuruluşlarıyla bilgi paylaştı, ama boca ederek değil, peyderpey, ekmek kırıntıları bırakarak. Sadece Suudi Arabistan’ın değil, bu meselede sorumluluk alması gereken aktörlerden birinin de ABD olduğunu, Muhammed Bin Selman’ı Kaşıkçı cinayetine azmettiren en temel etkenlerden birinin Trump-MBS arasındaki dostluk olduğunu bütün dünyanın görmesini sağladı. Suudi Arabistan gibi bölgenin önemli ama dengesiz bir aktörü üzerinde baskı kurabilecek yegane güç ABD idi ve ABD bu baskıyı kurmaya zorlandı.

        Nasıl?

        Nasıl olduğunun muhtemel cevabı Washington Post gazetesinin haberinde geçen şu paragrafta: "Konuyu yakından bilen bir kaynağa göre, Türk yetkilileri gazetecinin Suudi ekip tarafından öldürüldüğünü ve parçalandığını kanıtladığını söyledikleri ses kaydını CIA yetkililerine dinletti. Bu kayıt doğrulanırsa, Kaşıkçı'nın ölümünün bir kaza olduğuna ilişkin Suudi açıklamasını Beyaz Saray'ın kabul etmesi zorlaştırabilir."

        O ses kaydı, MBS’nin sorumluluğunu ispat etmiyor olsaydı, Suudi Arabistan hâlâ Türkiye’yi yalancılıkla suçluyor olur, yarım ağız ve gönülsüz “Kaza oldu” açıklamasına da asla yanaşmazdı. Ve ortada bu düzeyde önemli bir veri varsa, hele hele o veriye sadece Türkiye değil başka ülkelerin istihbarat servisleri de erişim sağlamışsa süreç devam edecek, Suudi Arabistan’ın iç ve dış ilişkilerinde epey büyük dalgalanmalar olacak demektir.

        Nitekim sadece bu satırların yazarında değil tüm dünyadaki hakim kanı artık, bu suikastın tek gerçek failinin Muhammed Bin Selman olduğu kanısıdır. Sebep, a) MBS’nin Kaşıkçı’nın Trump’la olan dostluğunu bozacağından endişe etmesi b) 2030 vizyonuna sahip çıkan ama MBS’nin iş tutma tarzına muhalif olan Kaşıkçı’ya “Müslüman Kardeşler”e yakınlığını da ekleyerek diş bilemesi olabilir. MBS’nin bunu yaparken ve yaptırırken ardında önemli izler bırakmış olması ise bugün kendisine destek çıkmış olan ABD ve bazı Batılı ülkelerindeki gerilimin sebebidir.

        Elbette ne ABD ne de Batı, Suudi Arabistan gibi bir ülkenin vahşice cinayetler işleyebilen bir veliahta teslim edilmiş olması konusunda sorumluluktan azade değil. Ancak suikastı, yahut MBS tarzı infazı sofistike hale getirmek için ortaya her gün yeni bir sorumlu atanları yahut “MBS yapmamıştır, Suudi derin devleti yapmıştır” şeklinde “kılıf ayarlama” olarak da anlaşılabilecek tutumların sularına sürüklenenleri hayretle izliyorum. Bu tutum odanın ortasında duran pençesi kanlı aslanı es geçip etajer çekmecesinde fil aramaya benziyor.

        “MBS adamı öldürecekse neden kendi konsolosluğunda öldürsün, sokakta susturucu ile işini bitirir, iz bırakmazdı?” gibi, muhatabının kendisi gibi “rasyonel” davranacağını varsayan sorular var.

        Cevabı belli değil mi?

        Yaptı çünkü yapabiliyor. Yapabildiğine, buna hakkı olduğuna, sorgulanmayacağına inancı tam.

        Eline yüzüne bulaştırdı, çünkü başarılı bir komplo kuramayacak kadar yetersiz, ihtiraslı ve dengesiz.

        Bütün bunlar oldu, çünkü hanedanlıklar, krallıklar, liyakat değil kan bağı eksenine göre işleyen iktidar mekanikleri 21. yy dünyasında anomaliden başka bir şey değil.

        Bir krallığı affettirecek tek şey aşırı doz demokrasi ve yasalar önünde herkesin eşit olduğu bir hukuk devleti olmaktır. Batı’daki krallıkların sembolik makamlarının hâlâ duruyor olmasının nedeni, demokrasi ve hukuk devleti nosyonuna bağlılıklarıdır.

        Şimdi oturalım da, 2010 yılında Arap coğrafyasında diktatörlüklere ve onları kullananlara karşı ayaklananları tekrar hatırlayalım. Acaba dertleri bizim Avrasyacıların iddia etmeyi pek sevdikleri gibi ülkelerini emperyalistlere peşkeş çekme hevesi miydi? Yoksa Cemal Kaşıkçı gibi öyle ölçüsüz ve sert eleştirileri de olmayan bir muhalifi, başka bir ülkede, kendi konsolosluğunda vahşice parçalamayı “normal” kabul eden adamlardan kurtulma özlemi mi?

        Elbette ikincisi.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar