Zaman ve tercih
Zaman Gazetesi hakkında verilen kararı ve sonrasında yaşananları izlerken içimin burkulmadığını söylersem yalan olur. Koridorlarında yürüdüğüm, köşesinde yazdığım gazeteyi bu durumda görmek elbette üzücüydü. “Oh oldu, iyi oldu, canıma değsin” şeklinde bir “kafa” taşımıyorum. Ama gazetenin durumunu sadece yayınlarının değil 17-25 Aralık teşebbüsünü gerçekleştirenlere olan bağlılığının belirlediğini de biliyorum.
Nitekim 17-25 Aralık’tan sonra paralel yapıya karşı, şimdi kaybettiğim eski dostlarıma, biber gazına boğulan ve neden orada olduğunu çok iyi anladığım gruplara karşı; milletin, sandığın yanında durmam, kişisel tarihime rağmen yaptığım bir tercihti. Sebebi de bazı Cemaat trollerinin iddia ettiği gibi para ya da nüfuz değildi. Halen 2010’da aldığımız evde oturuyoruz, hayat standartlarımda değişen bir şey yok.
Tercihimin sebebi basitti: Memleket meselesinin yanında benim kişisel tarihim mikroskop lamında küçük bir zerredir. Ayrıca belirtmeliyiz ki ilk tercihi paralel yapı yaptı. Hâlâ ısrarla “Haşa, ne darbe girişimi, ne uluslararası operasyonu, biz sadece yolsuzluk soruşturması yaptık, bu yüzden zulüm görüyoruz” diyorlar, ama 19 Ocak’ta Türkmenlere giden yardım TIR’larını durdurma ve istihbarat teşkilatının memurlarını darp etme işinin Reza Zarrab ile ne ilişkisi olduğunu kanıtlayamıyorlar.2014 ve 2015’in, uluslararası aktörlerin Türkiye’nin Suriye’ye verdiği desteği sorgulamasıyla geçtiğini de biliyoruz. Dolayısıyla yolsuzluk soruşturmasıyla başlayan girişimin basbayağı “Türkiye’de iktidar devirme” işini içeren uluslararası bir ihalenin play tuşu olduğuna, arkasında bambaşka bir “yarının Türkiye’si” dizaynı bulunduğuna kuşkumuz kalmıyor.
Ne diyordu darbe girişiminin felsefi altyapısını hazırlamakla yükümlü olan Tuncay Opçin: “Yarının Türkiye’sinde AKP ile teması olan hiçbir kurum, kuruluş ve yapı kalmayacak. Buna bazı üniversiteler, medya, vakıflar, Erdoğan’la hareket eden bütün yapılar; cemaatler ve tarikatlar da dahil. Hepsi tasfiye edilecekler.”Darbenin planlandığı günlerde atılmış olan bu tweet’in vaat ettiği tasfiye milletin yarısına tekabül ediyordu. Açıkça “Bu ülkede artık sadece Gülen Cemaati ve onun onay verdikleri olacak, herkes ayağını denk alsın” deniliyordu. Zaman Gazetesi’nde son ana kadar yer alan bazı köşe yazılarında martta açacak cemrelerden, kışlada uyanacak defnelerden dem vurulmasına bakılırsa Gezi ve 17-25 Aralık sürecinde gerçekleştirilemeyen “devirme” harekâtına ilişkin umutlar devam ediyor.
Türkiye’yi küresel platformlara karşı karalarken itinayla seküler ve laik bir dil kullanmak ama sıra tweet’leri ikiye katlamaya ya da gazete önünde gaz yemeye gelince inançlı kitleleri ya da başörtülü genç kadınları kullanmak akıllıca bir manipülasyon olabilir. Ama işe yaramıyor.Hadi 28 Şubat’taki başörtüsü protestolarında darp edilen, başörtüsüyle okuma hakkı ihlal edilen kadınların yanında durmamalarını bir kenara bırakalım. Daha yakın zamanda Kabataş gelininin uğradığı kötü muamele meselesinde, sonradan çıkan görüntüleri mazeret ederek yaptıkları kampanya tamamen “başörtülü kadın yazarları” hedef almıyor muydu? Evet. Aynı konuyu dile getiren onlarca erkek yazar varken linç etmek için özellikle başörtülü yazarları seçmişlerdi. Amaç hepsi 17-25 Aralık darbe teşebbüsüne karşı olan bu kadın yazarların dindarlıklarının inandırıcılıklarını pekiştirmesine engel olmak, dürüst olmadıkları yönünde algı oluşturmaktı. İş o raddeye geldi ki Mehmet Baransu olumlu referans vermek istediği bir hanım için şu cümleleri kullandı sosyal medyada: “Başörtülüdür ama buna rağmen iyi biridir.” Dolayısıyla şimdi bu mentionlar, başörtüsü ajitasyonu nedir, anlamak mümkün değil.
Velhasılı benim içimin, ekmeğinden olan eski dostlarıma yanma hakkı var. Benim kalbimin o başörtülü genç kıza yanma lüksü de vardır... Ama bazı Fethullah Gülen bağlılarının bu yangını ülkeye ve devlete karşı saldırılara mesnet kılma hakkı yok. İçim sızlar ama bu sızlamanın Gülen’in stratejlerine irtifa temin etmesine izin vermem. Çünkü bu yaşananların bütün sorumlusu Gülen’dir. Mağlubiyetini vakara benzer bir şeyle kuşanıp nedametini alçalmadan dile getirmeyi tercih edebilirdi, etmedi. Onun yapmadığı tercihlerin bedelini bana kalırsa hiçbir zaman umursamadığı saf, ihlaslı ama yanlış bir akideye mahkûm edilmiş insanlar ödüyor.