Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ülkenin göbeğinde patlayan bombalardan sonra yaşanan en acı görüntü Adli Tıp Kurumu önünde bekleyenlerin verdiği fotoğraftı. Durumu netleşmemiş bazı kayıplar vardı ki; aileleri yakınlarının ismi, parçalanmış cesetlerin kimliğini teşhis eden Adli Tıp Kurumu’ndan mı okunacak, yoksa saldırı sonrası gelen yaralıları apar topar ameliyata alan hastane tarafından mı okunacak diye iki mekân arasında mekik dokuyordu.

        Allah şehitlerimize binlerce kere rahmet etsin, bizi gücümüzün üzerinde belalarla test etmesin. Dualarımız, dileklerimiz bu yönde.

        Yaşananlar bir daha yaşanmasın ve yaşanmasında devletin, güvenlik bürokrasisinin de hataları varsa elbette bunlar tartışılsın. Ama hırsızı, eşkıyayı, caniyi bırakıp ev sahibine yüklenmenin, hızlı faturalar çıkarmanın da âlemi yok.

        Adrese teslim eylemin amaçladığı şey bu: Seni merhametinden soğutmak. Eylemi ülkeye mülteci kılıfı altında girmiş birine yaptırtarak, kucak açtığımız, hayatta tutmaya çalıştığımız insanlardan nefret etmemizi sağlamak.

        Bir bahçe mesafesinde katliama maruz kalan insanlara duyarsız kalamayan, kendi güvenliği ve egemenliği kadar, o insanların yaşam hakkı için de uğraş veren Türkiye dış politikasını “suçlu” ilan ettirmek, itham altında bırakmak.

        Sorgulayalım, tartışalım ama kimsenin zekâmıza hakaret etmesine de izin vermeyelim.

        Aynı kişiler birkaç ay arayla hem “Kürtleri tutukluyorlar” diye yaygara yapıyor hem de “Parmak izine çabucak ulaştınız da eylemi yapmadan neden yakalayamadınız?” diye soruyorsa burada bir kötü niyet unsuru ve kasıt olduğunu bilelim.

        Aynı kişiler hem çözüm sürecine lanet yağdırıyor, hem de “PYD yapmaz öyle şeyler” diyorsa orada en hafifinden bir tutarlılık cinayeti işlendiğini görelim.

        “Kobani’de katliam var”, “Devlet Kobani’den gelenleri alsın” diye bas bas bağıranlar şimdi “Mültecileri aldık ondan böyle oldu” diye veryansın ederek lobi faaliyeti yürütüyorsa buradakinin basit bir baş dönmesi olmadığını, suyu bilinçli olarak bulandırma olduğunu bir kenara not edelim.

        Sosyal medyadaki hesaplarından “PYD şu şehri de aldı, aslanım PYD” diye tweet’ler atanlar, 28 kişinin kanının aktığı gün “Türkiye savaş çıkarmak istiyor, savaşa hayır” demeye başlıyorsa, bunu naif bir savaş karşıtlığı olarak görmemiz mümkün müdür? Soralım.

        Türkmendağı’nda binlerce Türkmen’in hayatını alarak alan genişletenlere destanlar yazan ama sıra Türkiye’nin ön almasına, güvenli bölge oluşturmak ve sınır hattını güvenceye almak istemesine gelince “Savaşa hayır” narası atıp “Ama baak” diyen herkesi “savaş tamtamı çalmakla” itham edenler bunları “Türkiye yanlış dış politika uyguladı” diye yapıyor değiller. Bunlar bir tercih yapmış kimseler. Vatanı “arsa”; “aidiyet bağı”nı güçlü konsorsiyumlara ödenen “aidat” ile eş tutan zihniyetin cisimleşmiş halleri diyelim.

        Bu arada, kendimizden olana bir iğneyi de çok görmeyelim. Zira kötü haber şu ki, sınırın öte yanındaki gelişmeler Türkiye aleyhine oldukça sevinçlere gark olan, Türkiye lehine olunca karalar bağlayan zihniyet, bu kadar özgüvenli hareket edebiliyorsa bir nedeni de “kutuplaşma” sorununun gölgeleri arkasına rahatlıkla gizlenebiliyor olmalarıdır.

        Oysa “kutuplaşma” ortak bir geçmiş ve ortak bir gelecek tasavvuruna sahip toplumsal gruplar arasında çıkan gerilimi tanımlar. Bu gruplar muarızlarını beğenmez, anlaşamaz ama muarızının evini basmayı, toprağını elinden almayı, yaşam hakkını tehdit etmeyi düşünmez ve savunmaz. Ancak rahatsızlık derinleştikçe, ülkeyi fiziki ve psikolojik saldırılarla deşmek ve günün sonunda bölmek isteyen parazitlere konaklık edecek, taşıyıcılık yapacak bir zemin oluşur.

        Son saldırıların da gösterdiği odur ki, Türkiye’nin “dışarıdan” gelen ama “içerideki” unsurların kullanılması suretiyle gerçekleştirilen saldırılara karşı direnebilmesi, öncelikle içeride güçlü olmasına bağlı. Güçlü olabilmek ise “muarız” ile, “muhalif” ile “düşman”ı ayırt edebilmeye; “muarız” ve “muhalif” ile bağlarını, ortaklıklarını geliştirebilmeye, “düşman”a karşı güçlü siyasi mevziler örgütleyebilmeye bağlı.

        Ayrıca yine son saldırı gösteriyor ki, güvenlik politikalarının sadece kurgulanmakla kalmayıp “uygulamaya da geçirilmesi”, güvenlik kurumlarının en başta kendi verilerini ve personellerini koruma noktasında daha profesyonel davranması gerekiyor.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar