Siz adamı diktatör edersiniz
Kemal Kılıçdaroğu’nun CHP Kurultayı’ndan geriye tek bir ifadesi kaldı: “Diktatör bozuntusu.” İfade de haklı olarak davaya konu oldu.
Kılıçdaroğlu vaat ettiği “demokrasi, değişim, kardeşlik” temasının çerçevesi içinde yeni bir şey söyleseydi, umutları gençleştirebilseydi, AK Parti’ye ya da Erdoğan’a eleştirilerini “hakaret etmeden” dile getirebilseydi belki seçtiği üç beş başlık konuşulurdu. Şimdi hiç şansı yok.
Güya kutuplaşmadan şikâyet ediyordu, kutuplaştırmanın dikâlâsını sahneledi. Güya 1 Kasım öncesi “pozitif mesaj” siyaseti CHP’yi kör nefretten kurtarıyordu: Nefretin en etli yerinden kesti.
Güya “ulusal birlik” önemli, CHP gibi bir parti için daha da kıymetli olması gerekir, ama öyle değil. Kılıçdaroğlu daha vekilleriyle (mesela Aytuğ Atıcı) PKK örgütüne mensup teröristlere şehit denmemesi gerektiğinde bile mutabık kalamamış...
“Demokrasi” diyorsunuz ama “tek aday” ile kurultaya gidiyorsunuz
“Değişim” diyorsunuz ama manivelanız hâlâ “Erdoğan nefreti”. 1 Kasım öncesinde geliştirdiğiniz “ağır uslu haller” ayak oyunuymuş demek ki. Bir ileri iki geri gitmek de “değişim” sayılamayacağına göre CHP olsa olsa “değişik” bir parti.
“Kardeşlik” konusu da akla direkt Balbay’ı getiriyor. Cezaevinden kurtulsun diye kendisini milletvekili yapan Kılıçdaroğlu’na karşı ilk eşikte rakip olmaya kalkan Balbay’ı. Sonra Eminağaoğlu’nu. O ki, öğle tatilini cuma namazı saatiyle uyumlulaştıran genelgeye itiraz etmedi diye Kılıçdaroğlu’nun partiden ihracını istemişti. Deniz Baykal ve Kılıçdaroğlu’nun liderliğine giden yol konusunu ise hiç açmıyorum. Ama Türkiye kardeşlik bahsinde CHP’den ne alabilir doğrusu merak ediyorum.
Velhasılı, tatsız, talihsiz bir kurultaydı CHP’ninki ve “üzdü”.
Evet yanlış duymadınız. Çünkü her aklı başında insan bu tablo karşısında oturup derin derin düşünür. Hicap duyar ve endişelenir.
Zira mevzu sadece CHP değil.
MHP’nin hali pür melali de ortada. 1 Kasım sonuçlarından en çok yara alan Devlet Bahçeli oldu. Genel başkanlığını ayakta tutan unsurlar ardı ardına sarsılıyor. Parti içi muhalefetin en sert, en dramatik tonlarına maruz kalıyor. Ancak hâlâ “tebaasının” saflarını sıklaştırmak için sürekli Erdoğan nefreti pompalıyor.
HDP’nin normal bir siyasi parti olup olmadığı bile tartışılır. Lideri Demirtaş, PKK’nın ülkeyi bölünme garantili federasyona zorla-şerle ikna ajandasına “gık” diyemezken “heval”lerle “yoldaşları” hercümerç etmek için sürekli Erdoğan nefreti pompalıyor.
CHP’nin ne yaptığı, nereye varmaya çalıştığı belli değil. Lideri sınıfları-tabakaları coşturup bir arada tutmak, alkış almak ve “CHP’de daha çok iş var” dedirtmek için sürekli Erdoğan nefreti pompalıyor.
*
Muhalefet partilerimiz, parlamenter sistem gibi siyasal parti niteliğine/hüviyetine geniş bir alan açan modelde bile sosyolojiye nüfuz etmekten uzaklar. Kendileri dahi sahiden var olduklarını, ülkeyi karıştırıp kızıştırdıkları, “kutuplaştırdıkları” oranda duyumsayabiliyorlar.
*
Peki, başkanlık sistemi gelirse bu çocukların hali ne olacak?
Erdoğan’ın karşısında yer alacak; ayrı ayrı ama tek ve bütüncül bir mekanizma olarak da çalışması gereken o “taraf” kim olacak? Kimlerden oluşacak ve daha önemlisi o topluluğa kim liderlik edecek?
Bir liderleri olabilecek mi?
Hâl bu iken durup durup “Ama Erdoğan’ın kafasındaki başkanlık sistemi farklı, kötü, kaka bir başkanlık...” diye söylenmenin manası var mı?
Açıktır ki, “başkanlık sistemi” gelirse, sistemin getirdiği ikili yapıda nerede duracakları noktasında bile uzlaşamayacak; uzlaşsalar bile Erdoğan nefretinden sıyrık bir cihetle “Hadi hep beraber ulusal güvenliği batıralım, yansın bu ülke” gibi pespaye bir noktada uzlaşacakları görüntüsü veren; yok, tamam güzel uzlaştılar diyelim, bu kez de “lider” çıkarıp çıkaramayacağı müphem partilerin “başkanlık sistemi” düşmanı kesilmesi son derece anlaşılır. Çünkü başkanlık sisteminin dayattığı konsensüs duygusuna, uzlaşma pratiğine ve muhalefet enstrümanlarına sahip değiller. Yetersizler.
Neden durup durup “diktatör” söylemine yaslandıkları, bu kavrama çılgınlar gibi sarıldıkları da sarih değil mi?
Çünkü bu halleri adamı diktatör eder. Çünkü onların durduğu yerden bakınca üst üste 18 seçim kazanmış her gerçek lider mecburen diktatör gibi görünür. Öyle olmasa bile.