Koalisyon olasılığı rafa mı kalktı?
AK Parti-MHP koalisyonu ihtimaline verilen şans, Devlet Bahçeli’nin koalisyon seçeneğine kapalı tavrı nedeniyle örselenmiş görünüyor. MHP tabanı istekli olsa da, bu istek Devlet Bahçeli’ye uymuyor. CHP’de ise durum “tersinden” benzer bir noktaya çıkıyor. CHP tabanının AK Parti fobisine rağmen Kemal Kılıçdaroğlu’ndan daha olumlu mesajlar geliyor.
Kemal Kılıçdaroğlu, “Cumhurbaşkanı’ndan intikam alıyormuş gibi bir hava içinde olmak istemeyiz”, “Rövanşizm bize yakışmaz” diyerek önemli bir adım attı. 17-25 Aralık’la ilgili iddiaların yeni bir soruşturmaya mesnet teşkil edebilmesinin yeni delillere bağlı olduğu şeklindeki olağan kanun yolunu hatırlatması da önemliydi. Bu tavrıyla şöyle bir idrak içinde olduğunu deklare etmiş oldu: “Halk başımız üzeredir, ama vaat ettiklerimin hepsini yapma imkânım olmasını isteyen beni tek başıma iktidar yapardı. Bir koalisyon ortağı adayı olarak yapacağım şey, benden çok daha fazla oy almış olan partiye protokol dayatmak değildir, oluruna bakmaktır, ülkeyi hükümetsiz bırakmamaktır.”
AK Parti mesajı aldı almasına ama CHP iradesinin bir “blok”tan oluşmaması, koalisyon yönetimi için önemli bir sorun. Suriye’yle ilgili meselenin neredeyse iç politika sorunu haline geldiği bir dönemdeyiz ve CHP “mültecileri Suriye’ye geri göndermeyi” vaat ederek seçim kampanyası yürütmüş bir parti. Suriye’de gerek rejimin, gerek IŞİD’in teşkil ettiği tehlikelere, gerekse PYD’nin coğrafyayla ilgili tasavvurlarına getirdiği yorumlar da bugüne dek ulusal güvenlik esasına dayanan öneriler değildi; AK Parti ve Erdoğan düşmanlığı üzerinden verilen reflekslerdi. AK Parti, CHP ile koalisyon yaparsa küstüreceği, kızdıracağı AK Partilileri düşündüğü kadar bu meseleleri de masaya yatırıyordur ve ağır basanın yüklü soru işaretleri olması da kimseyi şaşırtmaz herhalde.
Devlet Bahçeli ise saray saplantısından ödün vermeyerek, Erdoğan’ı, “fanus” diye nitelemekten çekinmediği Çankaya’ya adeta “kapatmayı” içeren hayallerinden vazgeçmeyerek hükümet ortağı olmama isteğinde dirayet gösteriyor. Ahmet Hakan’a verdiği röportajda koalisyon ortağı olmak istemediğini açık ve net ortaya koydu. Daha sonra toparlama amacıyla olsa gerek, “Milliyetçi Hareket Partisi, bu 4 maddeye hürmetle beraber riayet ve refakat gördüğü takdirde Türkiye’nin siyasi istikrarsızlık yaşamaması için beklenilen fedakârlıkları çekinmeden gösterecektir” şeklinde bir açıklama yaptılar. “4 maddeyle sıraladıkları koşullar olursa ortak oluruz, neden olmasın?” demeye getirdiler. Ancak o 4 madde, alt maddeleriyle beraber neredeyse 15 madde ediyor ve evvelki takıntıları temize çekip yeni başlıklarla sunmaktan başka bir şey yapmıyor.
Bahçeli bu tavrıyla, “Ben kalender meşrebim, güzel çirkin aramam” dedikten sonra 50 tane özellik sıralayan o şarkıdaki adam gibi davranıyor. Hükümet ortağı olmamasını garantileyen şartlar sıralayarak, olmasını engellediği bir koalisyon üzerinden “görev”, “fedakârlık” edebiyatı yapıyor. Devlet Bahçeli, adeta şunu söylüyor: “Bana fazladan verdiğiniz o 3 puan var ya. Hah işte, erken seçimde onu benden alın.” Millet de bunu görüyor, duyuyor. Bu duruşun övgüye değer tek yanı, tutarlı oluşu. Devlet Bahçeli sadece 7 Haziran’dan beri değil, öteden beri iktidar yüzü görmekten kaçınma noktasında tutarlı.
Şartlar şimdilik böyle ve bu durum “erken seçim” seçeneğinin olması gerekenden daha sık zikredilmesine yol açıyor. Hatta bu yolun AK Parti için en iyi yol olduğu üzerinde mutabakat var. Açıklandığından beri çok fazla eleştiri alan listelerin -özellikle Güneydoğu listeleri- değiştirilmesi, sonucu AK Parti lehine değiştirebilir, piyasaların belirsizliği halkı yeniden tek bir partiye ve tercihen AK Parti’ye yönlendirebilir, doğru. Ancak 7 Haziran gecesinden beri yapılan “Halk bir reçete verdi, koalisyon yapın dedi” analizi doğruysa -ki AK Parti genel başkanlığı nezdinde de kabul edilen bir analiz bu- o zaman erken seçimin 45 gün dolana kadar, en son düşünülen, ibre imkânsızı gösterdiğinde başvurulacak bir yol olması gerekir.
Zira millette erken seçimi dayatan şartlar oluşmadığı halde sandığa zorlandığı kanısı oluşursa, kim sorumluluktan ya da görevden kaçtığı izlenimi vermişse onu cezalandırma eğilimi de oluşabilir.