Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hem Tayyip Erdoğan'dan hem Kemal Kılıçdaroğlu'ndan hem Devlet Bahçeli'den hem de Meral Akşener'den çok sert açıklamalar ardı ardına geliyor. Siyasette tansiyon yükseliyor, gerilim artıyor.

        Son 1 hafta içinde bu 4 lider de birbirilerini hapishaneye atmaktan, kaçarsa kovalayıp yakalamaktan bahsetti. Mecazen değil, açıkça hapis tehdidi savurdular birbirlerine.

        "Paraları alıp kaçacaksın, seni kovalayacağım" laflarından "Ranzanı hazırla"ya, "Sen müebbet yatacaksın"dan, "Çürükler sürtükler"e…

        Zaten bir açıkhava tımarhanesi haline gelmiş toplumu daha da delirtecek açıklamalar bunlar.

        Türk siyasi tarihinde 80 öncesi süreçte liderlerin karşılıklı çok ağır sözler sarf ettiği görülmüştür. Ecevit ile Demirel birbirlerine terörist bile dediler ama birbirilerini hapishaneye atacaklarını hiç söylemediler. Çünkü sivil siyasetçilerin böyle bir güce sahip olmayacaklarını biliyorlardı.

        Siyasetçileri hapse atabilme gücü her zaman askerdeydi. Nitekim 12 Eylül günü TSK iktidara el koydu ve hem Ecevit'i hem Demirel'i hem Türkeş'i hem Erbakan'ı cezaevine gönderdi.

        Türkiye'nin sivilleşme mücadelesini militarizmin bu gücü sivil siyasetçilerin eline geçsin de düzen aynı kalsın diye yapmadık. Ama sonuç böyle oldu maalesef.

        Türkiye'nin sivilleşmesi ve demokratikleşmesi adına verilen mücadelenin neticesi büyük bir hayal kırıklığı. Durum bir felaket.

        Bu saatten sonra görünen manzara net. 2022 içinde bir seçim olacak. Bu işin 2023'e kalması imkansız artık.

        Türk siyaseti bir Amok koşusuna başladı.

        Amok, özellikle Güneydoğu Asya kültüründe "cinnet" halini tanımlamak için kullanılan bir kavram.

        Amok halindeki kişiler bir kötülüğe uğradığına ya da uğrayacağına inanırlar ve bunu engellemek için delice hareketler yaparlar.

        Hem iktidar hem de muhalefet cephesinin bugünkü ruh hallerine ne kadar benziyor değil mi?

        Eline gelen her şeyi karşı tarafa atan bir cinnet hali bu çift taraflı yaşadığımız.

        Aklıma Stefan Zweig'in büyük başyapıtı "Amok koşucusu" novellası geliyor...

        Son 1 senedir bu köşede defalarca Türkiye'nin cumhurbaşkanlığı seçimini yapmaması gerektiğini, seçim öncesinde başbakanlık sistemine dönüşünün şart olduğunu yazdım.

        Hatta ekranlardan siyasi liderlerimize yalvardım.

        Hiç kimse bu fikirden yana olmadı. Benim sözlerim boşlukta kaldı.

        Parlemantarizme geçiş konusunda uzlaşan 6'lı masa bile illa önce cumhurbaşkanlığı seçimini yaşamak istedi. Sonrasında sistem değişikliğini savundu.

        Bence 6'lı masa adına bu doğru strateji değildi. Türkiye'yi normal bir ülke olarak değerlendirerek çok büyük hata yaptı 6 lider.

        Artık çok geç...

        Bu ihtimal kalmadı.

        Mevcut sistemin özünü tartışmadan "Kim aday olsun" saçmalıklarıyla son 2 sene oyalandı tüm ekranlar. Tam bir aldatmacaydı bu.

        Maalesef bu tartışmaların tüm katılımcıları o aldatmacanın bir parçası oldular. Buna ben de dahilim.

        Çok söyledim...

        Türkiye'nin bu başkanlık seçimleri kazan-kaybet olmaz, kaybet-kaybet olur diye...

        KIRMIZI PAZARTESİ

        Yukarıda Stefan Zweig'in "Amok Koşucusu" isimli başyapıtını andım.

        Bir de Gabriel Garcia Marquez'in "Kırmızı Pazartesi" adlı eserini hatırlatarak yazımı bitireyim. Herkesin sonunu bildiği bir felakete gidişi anlatan “Kırmızı Pazartesi”…

        Bir Habertürk yayınına elimde bu kitapla çıktığımı hatırlıyorum. Öyle olmayalım, bir felakete sürüklenmeyelim diye uyardım.

        Ama bunların hepsi boş şimdi. Üstelik sürecin henüz başındayız.

        Çok üzgün ve mutsuzum…

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar