Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Mevcut rejim bloku “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ile devam edelim istiyor ama sistemde ciddi revizyon ihtiyacı olduğunu da kabul ediyorlar.

        Bu sistemin yürümediği çok yer var. Nitekim yeni başlayan 2021-22 yasama yılı için ciddi anayasal değişiklik hazırlıkları yapılıyor.

        Mevcut muhalefet bloku ise güçlendirilmiş parlamentarizme geçmek istiyor. Neredeyse tüm muhalefet partileri bu konuda uzlaşıyor ama onların da nasıl bir sistem istediği belli değil.

        Mesela muhalefet temsilcileri ile konuştuğunuzda TBMM’de seçilecek Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini hala kuvvetli olarak tasarladıklarını anlıyorsunuz. Hatta Cumhurbaşkanı'nı meclis mi halk mı seçsin noktasında dahi net değiller. YÖK Başkanı'nı ve rektörleri atamaktan Anayasa Mahkemesi’ne üye seçmeye, MİT Müsteşarı ve Genelkurmay Başkanı'nı belirlemeye kadar son derece kritik yetkileri Cumhurbaşkanlığı makamına vermek istiyor muhalefet. Buna şiddetle itiraz ediyorum.

        Ben hem rejimin hem de muhalefet partilerinin yolunun doğru olmadığını düşünüyorum. İki taraf da yanlış hareket ediyor bana göre. Bunu şimdi bu yazıda izah edeceğim.

        Bu arada dikkat ederseniz “iktidar bloku” demiyorum. Rejim bloku diyorum çünkü şu an ortada 1991 öncesi ANAP iktidarı gibi, 2017 öncesi AK Parti iktidarı gibi bir siyasi hükümet yok. İdeolojik açıdan neredeyse rakibi olmayan bir rejim var. Rejimin temel politikalarına muhalefet de asla itiraz etmiyor.

        Tayyip Erdoğan bu rejimin başı. Atatürk ve Abdülhamid döneminden bile daha fazla devlet gücü olan Türk siyasi tarihindeki tek lider. O sebeple “Tayyip Bey düşecek. Yol göründü. Sonra da ağır bedel ödeyecek. O yüzden Nagehan Alçı değişiyor” minvalindeki yazıları sadece gülünç buluyorum. Gerçekçilikten bu kadar uzaklaşabilenler için üzülüyorum.

        Cumhurbaşkanı şu an 17-25 Aralık 2013-14 döneminden 20 kat, büyük kriz yaşanan 7 Haziran-1 Kasım 2015 döneminden 10 kat daha güçlü. O dönem aşırı parçalanmış bir devlet ve rejim manzarası vardı. Buna rağmen Erdoğan o badireleri atlattı. Şimdiyse sapasağlam bir blok gibi bir devlet ve rejim var.

        Tayyip Bey’in başında olduğu bu rejim elindeki bu kudreti önümüzdeki 2 sene içinde nasıl ve ne yönde kullanacak? İşte esas Türk siyasetinde ve medyasında konuşmamız gereken konu bu. Ama ısrarla muhalefet bu sorulardan kaçıyor. Devekuşu gibi kafalarını kuma gömüyor ve kendi tabanlarını avutuyorlar. Hem muhalefet partileri hem de muhalif medya bunu yapıyor.

        Mevcut rejimin belli başlı temel politikalarına hiçbir muhalefet partisinden tek kelime itiraz geldiğini görüyor musunuz? Gelmedi ve gelmeyecek de.

        Bakın CHP’den bir eski diplomat rejimin Mavi Vatan siyasetine itiraz etmeye yeltendi ve bizzat muhalefet medyası ile muhalif yazarlar o siyasetçiyi o sözleri söylediğine pişman ettiler.

        Varsayalım bir CHP’li “Kıbrıs’ta çift toplum ama tek bayraklı bir çözüm üzerinde de düşünsek mi acaba?” dedi… Nasıl bir eleştiri yağmuruna tutulur tahayyül edemiyorum. Bakın dikkat, iktidar kanadından değil bizzat yine muhalefet medyası tarafından o CHP’li sadece “Düşünsek mi acaba” dediği için bile çok ağır tenkit görür. Kimi CHP’li yazarlar o isme vatan haini bile diyebilir.

        Daha çarpıcı örnekler de veririm ama şimdilik burada kesiyorum. İşte o sebeple şu anki devlet rejimi ideolojik açıdan tarihimizde belki olmadığı kadar güçlü. Rejimin ideolojik temelleri bizzat muhalefet tarafından da korunuyor. Muhalefet “Ekonomi çok kötü, yolsuzluk çok” gibi hiçbir politik içeriği olmayan itirazlar yapıyor.

        Nitekim tam da bu sebeplerden ötürü Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Etyen Mahçupyan bile ekonomi toparlanıp alt-orta sınıfa yeniden dağıtım politikalarıyla 2023’e kadar belli ölçüde refah sağlanırsa Tayyip Erdoğan’ın 5 sene daha yeniden seçilebilme ihtimalinin kuvvetli olduğunu düşünüyor. Bu konuda TV5’te bir mülakatı olmuş, ben de yeni izledim. Mahçupyan kendi partisini de dolaylı yoldan tenkit ediyor aslında.

        Netice itibariyle “Erdoğan’a yol göründü de ondan… “ diye başlayan ve bu cümleyi istediği gibi dolduran tüm argümanların boş olduğunu yine ifade edeyim.

        Peki Tayyip Bey’in Soçi dönüşü bu tartışmalar üzerine söylediği “Eski vesayetçi sisteme dönüş anlamına gelir sistem değişikliği. Kaos olur” açıklamaları doğru mu?

        Eğer TBMM tarafından seçilecek sembolik ve yetkisiz Cumhurbaşkanı’nın olduğu ve alternatif hükümet kurulmadan hükümetin düşürülemeyeceği istikrarlı bir siyasal düzen inşa edilebilirse bu açıklamalar haklı olmaz.

        Ancak şayet hedef eski çarpık Türk tipi parlamentarizme dönmek olacaksa aynen Cumhurbaşkanı’na katılıyorum ama benim “Başbakanlık hükümet sistemi” dediğim model üzerine düşünülürse tablo değişir. Ben "Bu mesele üzerinde tartışılmalı" fikrimi yineliyorum.

        AK Parti MKYK üyesi Şamil Tayyar benim yazdıklarıma “2023 Cumhurbaşkanlığı seçimi rejim krizine dönüşür. Vesayetçi odaklar vekil borsası kurar. Çeteler cirit atar” gibi itirazlar yöneltmiş.

        YÖK ve Anayasa Mahkemesi gibi kurumlar üzerinde hükümranlığı bulunan Ahmet Necdet Sezer tipi eski Cumhurbaşkanlığı makamı bağlamında Şamil Tayyar haklı ama tamamen sembolik ve yetkisiz, güçsüz, bütçesiz temsil makamı anlamında bir Cumhurbaşkanlığı makamının seçimi son derece kolay ve problemsiz geçer. Muhtemelen siyaset dışından, herkesin üzerinde uzlaştığı sessiz ve sakin bir isim Çankaya’ya çıkar.

        Aksine bu kutuplaşma gidişatını durduramazsak 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimleri başka türlü bir rejim krizine yol açabilir. Muhalefet de maalesef bu gidişatın farkında değil.

        “Sembolik ve yetkisiz, güçsüz Cumhurbaşkanı, güçlü TBMM, muktedir ve istikrarlı Başbakanlık” diye üçlü sac ayağı ile özetlenebilecek “Başbakanlık hükümet sistemi”nin Türkiye’nin daha da bunalımlı hale gelme ihtimali yüksek toplumsal-siyasal ortamına ilaç gibi geleceğini düşünüyorum.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar