Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Açıkçası dünkü yazımın bu kadar yankı yaratmasını beklemiyordum. Politika ve iş çevrelerinden üst düzeyde o kadar fazla arayan ve mesaj atan oldu ki…

        Bana gelen telefonların dışında sosyal medyadaki tepkileri de dikkatle inceledim.

        Bugün bu köşede tüm soru ve yorumları değerlendirmeye çalışacağım…

        Millet İttifakı bileşenleri Türkiye’nin güçlendirilmiş parlamenter rejime geçmesini istiyor. Bu geçişin 2023’teki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra olması gerektiğini söylüyor.

        İktidar kanadı ise mevcut sistemi korumaktan yana ama diğer yandan fısıltı şeklinde hükümet çevrelerinin bir bölümünde de “Acaba bir siyasal sistem değişikliği düşünsek mi” diyenler oluyor.

        Nitekim iktidar medyasında hem de manşetten duyurularak parlamentarizm seçeneğine dair nabız yoklayan bir yazı da yayınlandı.

        Gerçi hükümet çevreleri sistem arayışını zikrederken “parlamentarizme dönüş” dememe konusunda hassas oluyorlar.

        Ama aslında farklı kelimelerle de olsa söylenmek istenen şey aynı. Soru şu:

        Türkiye şu an geçerli olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden Başbakanlık Hükümet Sistemi’ne geçecek mi?

        İster “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” denilsin ister “Başbakanlık Hükümet Sistemi”, aynı kapıya çıkıyor.

        Hükümeti TBMM’de 301 sandalyeyi bulan siyasi parti ya da partiler kurar. Başbakan ve bakanlar kurulu devleti yönetir. Cumhurbaşkanı tam yetkisiz ve tamamen sembolik olur. Norveç Kralı tarzı simgesel Cumhurbaşkanı’nı 3/4 çoğunlukla TBMM seçer. Cumhurbaşkanı Çankaya’da oturur.

        Yani TBMM’nin çok güçlendiği, TBMM’den çıkan hükümetin de muktedir olduğu bir siyasal model.

        ESKİ SİSTEMDE CUMHURBAŞKANI YETKİLİ VE GÜÇLÜYDÜ

        Bana göre de önerilen bu sisteme “eskiye dönüş” denmesi doğru değil. Eski Türkiye rejiminde Cumhurbaşkanlığı makamı gayet yetkili ve güçlüydü.

        Askerler anayasayı o felsefeye göre yapmışlardı. Çünkü her zaman bir vesayet gücü olarak kendilerinden biri Cumhurbaşkanı olacak diye tasarlıyorlardı.

        1982 anayasasının sözde parlamentarizm modeli aslında nerdeyse yarı-başkanlık sistemiydi. Cumhurbaşkanı istediğinde Ahmet Necdet Sezer’in sık sık yaptığı gibi hükümeti sabote edebiliyor ve rejimi kilitleyebiliyordu.

        Oysa parlamentarizm felsefesine Cumhurbaşkanlığı makamının güçlü ve yetkili olması esastan aykırıdır.

        O yüzden yeni sistemde en önemli mevzu kesinlikle Cumhurbaşkanı’nın tam yetkisiz ve tamamen sembolik olması.

        Ayrıca yeni sistemde Cumhurbaşkanlığı makamının çok kısıtlı bir bütçesi ve minimum sayıda çalışanı olmalı. Devletin birliğini temsil eden saygınlığı yüksek bir makam ama ne yürütmeyi ne yasamayı ne yargıyı şekillendirme gücü yok.

        Dünkü yazımda esasen söylediğim şuydu…

        Eğer Türkiye Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden Başbakanlık hükümet sistemine geçecekse kesinlikle bu önümüzde 1.5 sene içinde olmalı. Bunu da özellikle Kemal Bey ve Meral Hanım’a hitaben yazdım. Zira samimiyetle parlamentarizm istediklerini biliyorum. Her iki siyasetçinin de “Kim Cumhurbaşkanı adayı olsun” başlığındaki anlamsız tartışmaları bir yana bırakıp “Haziran 2023’te Başkanlık seçimleri yapılmamalıdır. Yeni sistemle TBMM seçimlerine gidelim” diye bastırması gerekir.

        Eğer 25 Haziran 2023 ve özellikle 9 Temmuz 2023 Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimleri gerçekleşirse Millet İttifakı’nın “Sonra yeni sisteme geçeriz” lafları tamamen boş olur. Bu düşünce akıllardan çıkmalı.

        Öte yandan özellikle muhalif kesimlerin dünkü yazıma tepkileriyle ilgili de birkaç şey söylemek isterim.

        Muhalif kanattan gelen standart tepki şu: “Nagehan Alçı bu yazıyla Recep Tayyip Erdoğan’ı kurtarmaya ve korumaya çalışıyor yoksa biliyor ki Erdoğan yıkılacak. Ondan böyle yapıyor.”

        Sevgili muhalif dostlar…

        Tayyip Erdoğan’ın ne benim ne de başkasının korumasına ihtiyacı yok. Hele kurtarmak gibi kelimeleri kullanırken daha şuurlu olmanızı rica edeceğim.

        Son 150 senelik Türk tarihinde ne Sultan Abdülhamid rejiminin ne de Atatürk rejiminin mevcut rejim kadar ve o rejimin en güçlü kişisi Tayyip Erdoğan kadar devlet kudreti olmamıştır. Tam bir bütünleşik ve birleşik devlet kudreti var şu an rejimin. Kim neyi koruyor? Kim kimi kimden kurtarıyor?

        Ben mevcut rejimin kudretini fazla kullandığı, daha az kullanması gerektiği kanaatindeyim. Daha otoriter değil daha özgürlükçü bir rejim istiyorum.

        Fakat şunu da biliyorum… Mevcut rejimin yaptıkları bu ülkede yapabileceklerinin 10’da 1’i bile değil. Şu an rejimin bu gücünü kullanmaması yarın tuhaf bir durumda kullanmayacağı anlamına gelmez. Bazı şeyleri yapmaması yapamayacağından değil yapmadığından. Muhalif kesimlerin bu durumu görmesi gerekiyor.

        İşte böyle bir ortamda bilakis ben dünkü yazıyı beni de kıyasıya eleştiren hatta mevcut güç durumlarını analiz etmeden şuursuzca tehdit eden muhalif yurttaşlarımızın haklarını ve özgürlüklerini koruyabilmek için yazdım. Mevcut rejimin bana ihtiyacı yok ama bu muhalif yurttaşlarımızın geleceğini koruyabilmek için benim gayret etmem gerekiyor.

        Türk siyasetini “ANAP gitti DYP geldi, SHP gitti DSP geldi” tarzı eski model paradigmayla kavramak artık mümkün değil.

        Şu an yaşadığımız Türkiye tüm tarihimiz boyunca benzeri olmayan bir Türkiye. Bizler artık 2021’in gerçek siyasetini konuşma cesaretini gösterebilmeliyiz.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar