Bu riyakarlıkla daha çok Ayasofya tartışması yaşarız
Toplumdaki kutuplaşma korkutucu boyutlarda, bunu azaltmak için ortamın yumuşaması gerekir deniyor ama ortam yumuşamaya hiç müsait değil.
Sanki toplu bir histeri krizine kapılmış gidiyoruz.
Ayasofya’da geçen Cuma düzenlenen icazet töreninde imam Mustafa Demirkan’ın sarf ettiği sözler üzerinden başlayan ve günlerdir devam eden tartışma beni ürkütüyor açıkçası.
Toplum kabak gibi ikiye ayrılmış sanki.
Bir tarafta Demirkan’a yönelik suç duyuruları, öfke patlamaları, diğer tarafta Demirkıran’ı savunmak için bir araya gelenler, suç duyurularına karşı Demirkan’ı savunmak isteyen avukatlar…
İki kemik cephede böylesine bir saflaşma yaşanmasının arkasındaki sebepleri anlamaya çalışmazsak aynı tartışmalarda debelenip durmaya devam edeceğiz.
Öncelikle kendi pozisyonumu ortaya koyayım: Ayasofya, cami olarak ibadete açıldığından beri toplumdaki laik-dindar yarılması üzerinden gerginliğin odağı olmaktan bir türlü çıkamıyor.
Açılışta Diyanet İşleri Başkanı’nın kılıcı, sözleri, Ayasofya’ya imam olarak atanan Mehmet Boynukalın’ın provokatif çıkışları derken Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasına karşı çıkanların paranoyalarını canlandıracak her türlü yanlışlık yapıldı.
Şimdi Mustafa Demirkan’ın Bakara Suresinin 114. Ayetini okurken başına Ayasofya’nın müze olması ile ilgili birkaç cümle ekleyip çok ağır sözler sarf etmesi de benzer bir yanlışlık kanımca.
Gereksiz bir tartışmayı körükledi, tansiyonu yükseltti, İslamcı-Kemalist çatışmasını bir kez daha derinleştirdi.
Dolayısıyla İmam Demirkan’a sormak isterim: Şart mıydı o ayeti seçmek ve önüne tartışma yaratacağı apaçık olan o cümleleri eklemek Sayın Hocam?
Öte yandan bir cümle üzerinden ortaya çıkan bu infial hali yalnızca o cümle ile açıklanamaz.
Burada başka bir şey var. Aşağıda biriken gerilim kendine dışarı çıkmak için bir fay hattı arıyor sanki.
Neden gerilim var, derseniz…
Bence sebebi riyakarlık.
Toplum olarak iki kesim de kendi tabularına sıkı sıkıya sarılmış.
İKİ TARAFLI MAHALLE BASKISI
Ben Mustafa Kemal Atatürk’ü seven bir insanım. Atatürkçü bir aileye doğdum, Batılı bir eğitim aldım, laik çevrelerin içinde yetiştim.
Ancak bu ülkede Atatürk’ü sevmeyenler de var. Olabilir. Atatürkçüler buna kızabilir, Kemalistler çıldırabilir ama hakaret edilmediği sürece bu bir suç değil. Fakat ortam öyle anti özgürlükçü ki Atatürk’ü sevmiyorum diyeni dahi apar topar götürüyorlar. O nedenle bu kesim gerçek fikirlerini hep içine atıyor.
Hatırlar mısınız, Ayasofya’nın ibadete açılacağının belli olduğu günlerde bir vatandaş "Sıra 5816’da" yazan bir pankart açtı diye hemen gözaltına alınmıştı.
5816 ile kastı Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındaki 5816 sayılı kanundu.
Bu kanun kalkmasın diyebilirsiniz ancak kalksın diyeni, ortada hakaret yokken, şiddet yokken gözaltına almak olamaz.
Hatta bu vatandaş karakola götürülürken de "Tek üzüntüm Ayasofya açılırken orada bir namaz kılamamak olacak" minvalinde sözler sarf etmişti.
Anti özgürlükçü ortam yalnızca Atatürk üzerinden değil, çift taraflı yürüyor.
Diğer yanda "yüzde 99’u Müslüman" olan Türkiye miti var. Kağıt üzerinde bu doğru olabilir ama birçok araştırma gösteriyor ki gerçekte deistlerin ve ateistlerin sayısı giderek artıyor. Onlar da kendilerini ifade edecek bir ortam bulamıyorlar.
Şayet gerçek fikirlerini dile getirseler linç ediliyorlar, hedef gösterilmekten korkuyorlar.
Türkiye işte bu iki sıkışmışlık hali arasında gerildikçe geriliyor.
Atatürk’ü seviyor gibi yapanlar kendi riyakarlıklarından, İslam’a inanıyormuş gibi yapanlar da yine kendi riyakarlıklarından bunalıyorlar. Bu gergin ortamda da en ufak bir söz kar topu gibi büyüyor.
Biz devamlı bu hiçbir yere varmayan gerginlikler ile vakit kaybeden bir ülke olmak istemiyorsak özgürlük alanlarını genişletmek zorundayız.