Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        MEHTER marşı ve biz Türklerin gidişatıyla ilgili sıklıkla yapılan bir espri vardır. Türkiye olarak gerçekten de mehter marşındaki gibi hep bir adım ileri, iki adım geri gidiyoruz...

        Bu devlet, bir yandan Kürt yurttaşlarımıza ağır ve iğrenç işkenceler yapılan Diyarbakır Cezaevi gerçeğini resmen kabul etmiş, o cezaevini müze yapmayı düşünen ve bu işkencelerden ötürü özür dilemiş bir devlet. Öte yandan Türk yargısında, insanlara her gün pislik yedirilen ve idrar içirilen Diyarbakır Cezaevi’nde yapılanları yok sayan ve işkencecileri kollayan bakış açısı da mevcudiyetini koruyor. Hâlâ Diyarbakır işkencelerinin “devlet menfaatleri” için yapıldığını düşünerek işkenceyi meşru gören bir düşünce var devletin içinde.

        Örnek mi istiyorsunuz? Hem kendimin ve eşimin hem de bize tamamen zıt bir siyasal görüşe sahip Ümit Zileli’nin yargılandığı “Diyarbakır Cezaevi Davası”na ilişkin verilen kararı aktaracağım size bugün. Biz üçümüz de aynı televizyon kanalında farklı programlarda 1980-83 arası Diyarbakır Cezaevi’nde yüzlerce mahkûmun ortak tanıklığıyla Esat Oktay Yıldıran yönetiminde insanlık onuruna aykırı, korkunç işkenceler yapıldığını ve PKK terör örgütünün o bölgede bu kadar güçlenmesinin en önemli sebeplerinden birinin bu olduğunu söyledik.

        Aslında söylediklerimiz Amerika’nın keşfi de değil. AK Parti’den CHP’ye kadar tüm siyasi partilerden insanların ortak tespiti. Ancak böyle dedik diye, hem ben, hem Rasim Ozan, hem de Ümit Zileli bu sözlerimiz yüzünden 105 gün hapis cezası aldık. İzmir 2. Asliye Ceza Hâkimi Sabri Usta üçümüze birden “Esat Oktay Yıldıran’ın anısına hakaret” gerekçesiyle bu cezayı verebildi!

        2 ÖVÜNÇ MADALYASI VARMIŞ!

        Evet yanlış okumadınız sevgili okurlar... “Diyarbakır Cezaevi’nde işkence yapıldı ve Esat Oktay Yıldıran da bir işkencecidir” dediğimiz için yani yüzlerce insanın tanık olduğu bir hakikati söylediğimiz için 105 gün hapis cezası aldık. Belki size inanılmaz geliyor ama burası Türkiye ve bu ülkede bu da yaşandı...

        Hâkim Sabri Usta’nın gerekçeli kararına göre Diyarbakır Cezaevi’nde 1980-82 arası işkence yapıldığı kanıtlanamamış bir olaymış. Bu sebeple hiç kimse “Diyarbakır Cezaevi’nde işkence yaşandı” diyemezmiş ve Esat Oktay Yıldıran’a da “işkenceci” demek yargısız infazmış. Üstelik Esat Oktay Yıldıran, “Cumhurbaşkanlığı övünç madalyası” ve “TSK övünç madalyası” almış bir subaymış.

        Ben de bunu bu mahkeme kararıyla öğrendim. Ne diyebilirim? Devletin içindeki “İttihatçı genetik”i unutan hepimize güzel bir hatırlatma oldu. Yani 1980-82 arası Diyarbakır Cezaevi’ndeki “üstün hizmet”lerinden ötürü utanç değil devlet övünç madalyaları alan Esat Oktay gibi bir “yüce insan”a biz gazetecilerin “işkenceci” demesi ne haddimize!!

        KÜRT YURTTAŞLARIMIZA DA İFTİRA DAVASI MI AÇACAKSINIZ?

        Bence bu da yetmez! Sayın mahkemelerimiz bu işkenceleri yaşamış yüzlerce Kürt yurttaşımıza da “iftira” davası açmalı. Diyarbakır’a mahkeme kararıyla “Esat Oktay Yıldıran meydanı” inşa edilmeli. Kürt yurttaşlarımız yaşadıkları işkenceleri anlatarak “Esat Oktay’ın anısına hakaret ve iftira” suçu işlediler. Hatta birkaç mitinginde Esat Oktay’ın adını anarak “işkenceci” diyen ve Diyarbakır Cezaevi’ni müze yapacağını söyleyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a da Türk mahkemeleri ceza vermeli.

        Demek ki bir fırsat olsa, bu “devlet genetiği” Erdoğan’a da “gereken ceza”yı verecek de veremiyorlar bir türlü. Maalesef gülüyoruz ağlanacak halimize sevgili okurlar, ama Türkiye’nin durumu bu.

        Bu 105 gün hapis cezası adli para cezasına çevrildi ve kesinleşti. Yani böyle adaletsiz bir kararın temyizi için gidecek bir yer de yok. Sadece Anayasa Mahkemesi’ne gidilebilir. Bizler de bunu yapacağız. Ümit Zileli’nin avukatı Murat Ergün’e de aynısını yapmasını tavsiye ediyorum.

        HSK BAŞKANI VE ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANI’NA SESLENİYORUM

        Bu karar bizler açısından gurur nişanesidir ama yargımız için maalesef utanç verici. Buradan hem Adalet Bakanı Sayın Abdulhamit Gül’e, hem de adil hukukçu kimliğine her zaman güvendiğim iki insan HSK Başkanı Mehmet Yılmaz’a ve Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’a sesleniyorum: Bu ülkede yaşayan 20 milyona yakın Kürt yurttaşımızın tamamının en duyarlı olduğu konu “Diyarbakır Cezaevi” olgusudur ve bu tür kararlar Kürt kardeşlerimizi yargıdan ve devletten soğutmak dışında hiçbir işe yaramaz.

        Kesinleşmiş mahkeme kararı olmadığı için “Diyarbakır Cezaevi’nde işkence olduğu kanıtlanamaz” deniyorsa 15 Temmuz askeri darbe girişiminin lideri Fethullah Gülen ile ilgili de kesinleşmiş mahkeme kararı henüz yok. O zaman Gülen’e “terörist” diyenler de mahkûm edilebilir. Böyle çifte standartlı, böyle adaletsiz yargı düzeni olur mu?

        ***********

        DİYARBAKIR GERÇEĞİ VE TÜRK YARGISI

        1980-82 arası Diyarbakır Cezaevi’nde işkence gördüğünü söyleyen yüzlerce insan var. Örneğin bu seçimlerde Saadet Partisi adayı olan Altan Tan’ın babası Bedii Tan orada işkence sonucu öldürüldü ve bu konuda Altan Tan dava açtı ve bu durum kanıtlandı. AK Parti’de uzun yıllar bakanlık yapmış ve şimdi de Diyarbakır milletvekili adayı olan Mehdi Eker de defalarca bu gerçeği dile getirdi. İYİ Parti Diyarbakır adayı Salim Ensarioğlu, Saadet adayı Haşim Haşimi bu cezaevinde yaşananları hep gündeme getirdiler.

        İşkence görenler arasında Ahmet Türk, Celal Paydaş, Mustafa Çakmak gibi isimler de bulunuyordu. 15’inci dönem CHP Şanlıurfa Milletvekili Celal Paydaş, gördüğü işkencelerin etkisi sonucu kalp krizi geçirerek 13 Aralık 1988’de henüz 48 yaşında yaşamını yitirdi. Bir dönem Adalet Bakanlığı görevinde de bulunan Adalet Partili Mustafa Çakmak ise cezaevinde gördüğü işkencelerden sonra bir daha kendine gelemedi. Çakmak, 2005’te hayatını kaybetti.

        Diyarbakır Cezaevi’nin mağdurlarından biri de eski Mardin milletvekillerinden Nurettin Yılmaz’dı. Yılmaz, yıllar sonra bir röportajında o günlerden söz ederken, “Diyarbakır Askeri Cezaevi Komutanı Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran, eliyle koğuşları göstererek ‘Binleri kuzu gibi ıslah ettik’ dedi. ‘Tam tersine, hepsini patlamaya hazır birer bomba haline getirdiniz’ diye karşılık verdim” diyordu...

        ORADA YAŞANAN İNSANLIK SUÇLARI

        Aklıma gelen başka bir isim işkence sırasında insan dışkısı yedirildiği için dişlerini çektiren Diyarbakır’ın köklü ailelerinden birine mensup işadamı Felat Cemiloğlu, bir diğeri ise 2 Aralık 2009’da şüpheli biçimde öldürülen Selim Dindar. Dindar o cezaevinde yaşananları şu şekilde anlatmıştı. (Bu ifade daha önce Milliyet’te de yayınlanmıştı):

        “...Yumurtalık bölgemde de sigara, kibrit söndürdüler. Mahkemede bir hemşerime tebessüm ettim diye bir gardiyan elime beş milimlik çivi çaktı. Copu ısırtıp, tekmeyle vurdular ve sonra ağzımdan dişlerimi copla birlikte çıkardılar. Ağzıma soktukları copu sağa sola döndürdüler, gördüğünüz gibi ağzımı bir yanından yırttılar. İnsanoğlunun bunları nasıl yapabildiğini hâlâ kavrayamıyorum. Gözümün önünde öyle çok olay oldu ki. Ölümler, işkenceler... Abbas Çelik diye bir köy sahibi vardı. Oğluyla birlikte içerideydi. Oğluna soktukları copu çıkartıp babanın ağzına veriyorlardı. Sonra babaya soktuklarını oğlunun ağzına veriyorlardı. Batmanlı Veli Gürgen adlı bir genci de babasıyla getirdiler ve babasının gözünün önünde işkenceyle öldürdüler.”

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar