Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ANKARA Caddesi'nin iki tarafındaki evler, dükkânlar bayraklar asmış.

        Hepsinin penceresinde, camekânının bir kenarında da Neşet Ertaş'ın resmi.

        Veya ona ait iki dize türkü sözü...

        Kapının önüne çıkmış esnaf, cenaze için başka kentlerden gelmiş olanları içeri bir çay-kahve içmeye çağırıyor.

        "Güneşte kaldın, gel bir otur, bir soluklan hele..." diye ona el uzatıyor.

        Beklentisiz, tasasız, kaygısız, dost bir söylem içinde...

        Başka hangi ülkenin kentinde, kasabasında acaba böyle bir misafirperverlik görülür.

        Hepsi de o büyük ozan, Neşet Ertaş'ı uğurlamak için hazırlığını yapmış.

        Caddenin bir kenarında da kocaman kazanlar kurulmuş; cenaze yemeği pişiriliyor.

        Neşet Ertaş'ın sadeliği, alçakgönüllülüğü şehrin bütününe sirayet etmiş.

        Bu kadar insanın, devlet büyüğünün kalkıp geldiği bir kentte herkes özgürce dolaşıyor; korumalar da olmasa kimse kimseye engel koymuyor, önündekinin geçmesi için bir adım geriye çekiliyor.

        Anadolu kültürünün her bir unsuru, Kırşehir, Nevşehir, Kayseri, Niğde'yi içine alan bölgede abartısız, saygılı, arı kimliğini bir kez daha ortaya koyuyor.

        OZANI UĞURLARKEN

        Bu ruh hali içinde Neşet Ertaş'ı son yolculuğuna uğurlamak için gelmiş sanatçılar ile Ahi Evran Camii'nin hemen yanındaki bir kahvede sohbet ediyoruz.

        Onu en yakından tanıyan, son anlarında yanında olan iki saz ustası Cengiz Özkan ile İsmail Altunsaray'ın gözleri ağlamaktan kan çanağı olmuş, tek kelime etmiyorlar.

        Neşet Ertaş gibi çalıp söyleyen Kırşehirli sanatçı İsmail Altunsaray, "Biliyor musun yeni bir türkü yazmıştı, bize okudu" dedikten sonra tekrar gözyaşlarına boğuluyor.

        Kulağında kalan tınısını mırıldanıyor.

        Dikkat ediyorum şehrin her yanında, hatta caminin bahçesinde Neşet Ertaş'ın sesinden türküsü, bozlağı çalınıyor.

        Bir an Cengiz Özkan ile birbirimize bakıyoruz.

        Ozanın sazındaki o muhteşem ses bizi içine çekiyor.

        Yedi telli sazdan sanki senfoni orkestrasının sesi çıkıyor.

        Neşet Ertaş'ın neden büyük olduğu o an bir kez daha anlaşılıyor.

        Ertaş'ın eserlerini toplayan, onun dağılmış türkülerini yeniden bir araya getiren, Ertaş'ın "Gardaşım olur" dediği Hasan Saltık yanımıza geliyor.

        Bakıyorum Kubat ile Saltık'ın da gözleri kıpkırmızı olmuş.

        Son anlarını anlatıyorlar.

        Edip Akbayram, son anda kendisini görüp konuşmuş olmanın huzuru içinde söze giriyor:

        "Bu toprak ne kadar mümbit, bakın çevrenize kimleri yetiştirmiş..."

        Bir an düşünüyorum.

        Kimler yok ki...

        Tanımış olmanın onurunu yaşadığım muhteşem ses Muharrem Ertaş...

        Hacı Taşan, Çekiç Ali...

        Aslında onlar gibi söyleyen, ama söylediğinde onlardan farklılaşan, evrenselleşen Neşet Ertaş...

        Dün Bağbaşı Mezarlığı'na babasının ayağının dibine, avucunun içine bıraktık.

        Baktım ileriden Çilehane görülüyor.

        Bir yanda Aşık Mahzuni, diğer tarafta Neşet Ertaş...

        Ve onları doğurup kucağına yeniden basan Anadolu toprağı...

        Dün büyük ozanı uğurlarken baktım çevreme sayıları çok kalmamış.

        Dilerim onların kadrini kıymetini de yaşamlarında fark ederiz.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar