Neşet Ertaş...
BELKİ sürekli dinlemekten kalan bir algı kırılması...
Daha dün gibiydi...
Oysa görüşmeyeli iki yılı aşmış.
Hal hatır sorup, "Yerindeysen yanına varacağım; Yavuz Donat dostumuz da oradaysa onu da görmek isterim" diye söze girdi.
Her zamanki alçakgönüllü tavrıyla geldi.
Yavuz Ağabey'i aradığımı, Bodrum'da olduğunu belirtip selamını ilettim.
Zaten, Yavuz Ağabey de hemen arayıp sohbet etmiş.
Fazla kalmadı, "İşiniz gücünüz var, rahatsız etmeyeyim" dedi.
Biz ise yanımızda uzun süre kalması için yapmadığımızı bırakmadık.
Telif haklarından yakındı...
Türkülerinin sözlerinin değiştirilmesine hayıflandı.
Fazla konser verme niyetinde olmadığından söz etti.
Biz ise konser vermesini, genç neslin kendisini tanıması gerektiğini anlattık.
"Yoruldum artık" dedi.
Ardından gelen cümlelerini bir kenarlara not etmişim:
"Sonbaharın rahatsız edilmeye tahammülü yoktur. Sonbahar, rahatlık ister, güzellik ister. Huzur, dinlenmek ister sonbahar. Ben de artık hayatımın sonbaharındayım, dinlenmek istiyorum."
Kim kendi gerçeğini bu kadar güzel anlatabilir.
Hele ki bir sonbahar günü Hakk'a yürüyeceğini önceden öngörebilir.
KENDİ OLDU
Belki de ozan olmaktır bu ayrıcalığı kendisine veren.
Ruhunda geleceği hissetmek, derdini kelimelere dökerken onu yaşamak, hatta yaşatabilmektir.
Neşet Ertaş da bunu her aşamada gösterdi.
Sadece ozanlığın değil, Anadolu'nun Abdal/Türkmen/Teber geleneğinin en iyi temsilcisi oldu.
Unutulup giden bir geleneğin, bozlağın şövalyesi olarak kalmayı başardı.
Kendisinin de söylediği gibi "türkülerinden başka dikili taşı" olmadı.
Çünkü kendisini tanımladığı gibi "o bir âşıktı, bu dünyadan giderken bırakacağı da sadece türküleriydi"...
Bir röportajındaki şu sözler de zaten hayat felsefesini en iyi yansıtan cümleleriydi:
"Ben âşığım. Ben kendimde, ruhumda, özümde, fikrimde, beynimde, aklımda mantığımda aradım, insanda buldum sevgiyi. Canlarımız haktır bence. Ben canlı hakkı seviyorum ve ona âşık oldum. Hayatta iken namerde muhtaç olmamak yeter bize. Büyüklüğü hiç kabul etmem, kimse kimseden büyük değildir."
Böbürlenmedi, kinlenmedi, kırmadı...
Kendi deyimiyle, "öşürürken (yardım toplarken) bile boyun eğmedi, ezilmedi"...
Anadolu gibi davrandı.
Aynı duyguyu türkülerinde de yaşattı.
Onun için çağdaşlarından farkını ortaya koydu. Samimi, içten, hayatından bir parçayı anlatır gibi okudu, yazdı, söyledi.
GÖNLÜM HEP SENİ
Bundan dolayı "Çağın Karacaoğlan'ı" olarak anıldı.
Köyünden, ilinden, yerinden, yöresine kırılıp kopup gitse de yüreğinde buradan bir tohum taşıdı.
Onun için vasiyetini yaparken de "Babam Muharrem Ertaş'ın avucunun içine bırakın beni" dedi.
Türküsünde olduğu gibi "Kendi etti, kendi buldu"...
Ancak şu da bir gerçek ki, "gönlümüz hep onu" arayacak.
Ne zaman bir tezene tele dokunsa, onun bozlağındaki sesini, yüreğindeki sadelik ve çeşniyi, gönlündeki insan sevgisini hissedeceğiz.
Onu her anışımız da yine kendi türküsüyle olacak:
"Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen... "
- Dünyanın konsültasyon raporu...1 gün önce
- Fetvasını arayan İran…3 gün önce
- Gençleşemiyoruz...1 hafta önce
- Mr. Fico…1 hafta önce
- Elektrikli otomobil savaşı...1 hafta önce
- Anneler günü…2 hafta önce
- Güç savurması…2 hafta önce
- Nüfus kalmayınca2 hafta önce
- Columbia'nın "dış aktörleri…"3 hafta önce
- Mirasın geleceği…3 hafta önce