Özal'ın ölümü
GEZİNİN sonuna doğru yaklaşmaktaydık.
"Cumhurbaşkanı sizlerle sohbet edecek" mesajı ulaştığında saatler gece yarısına varmak üzereydi.
Oldukça uzun konuştu.
Öfke doluydu, demokrasi yolunda yeterince ilerlenemediğinden, siyasetin akıl yürütmekte zorlandığına kadar birçok şey sıraladı.
Açıktan söylemiyor ancak yeni bir parti kurma hazırlığı içinde olduğunu da bir şekilde hissettiriyordu.
Bizler göz kapaklarımızı zor tutarken, önündeki kuruyemişten bir avuç daha ağzına atıp devam ediyordu.
'YORGUNSUNUZ'
Gece yarısı yanından ayrılırken, "Çok yorgun gözüküyorsunuz" dediğimde her zamanki gibi çene yuvarlağı bir anda yukarı zıpladı, gıdığı gerildi, "Sen kendine bak. Asıl sen kötü gözüküyorsun" dedi.
Ardından elimi sertçe sıkıp, gülümsedi.
Döndüğünde de yorgundu.
Gittiği resepsiyonda karşılaştığımızda gülümsedi, "Dinlendin mi?" sorusunu yapıştırdı.
"Siz hâlâ yorgun gözüküyorsunuz" dediğimde de çene yuvarlağı yine yukarı hopladı.
Son karşılaşmamızdı.
17 Nisan günü Cinnah Caddesi'nde gazete bürosunda otururken polis telsizinden gelen anonsun ardından önümüzden hızla geçen ambulansın içinde bulunduğunu öğrenmemiz çok geç olmadı.
Önce GATA denildi, ardından yolculuk Hacettepe'de son buldu.
Her ne kadar ambulansın arkasına takılmakta çok geç kalmamış olsak da Hacettepe'nin acil servisinin girişine vardığımızda doktorların yüzündeki ifade her şeyi açıklıyordu.
"Kalp krizi, kurtaramadık" haberi geldi.
Sonra yeniden hayata döndürüldüğüne yönelik söylentiler yükseldi.
ALIŞMIŞIZ
Çok geçmedi, Acil Servis'in kapısını dolduranların hıçkırıkları ölümü tescil etmeye yetti.
Hafta sonu olmasına rağmen herkes hastaneye koştu, aslında kendisine ne kadar alışmış olduğumuzu ölümüyle ve cenazesine katılımla da ispat etti.
Kendisini seven bir gazeteci olarak ölümüyle ilgili her bir detayı dinledim.
Dinlediklerimi de gidip bir deftere kaydettim.
Aynı kişilerle defalarca konuştum.
En küçük ayrıntıyı, anlattım farklılığını dahi dönüp bir daha sorguladım.
Sonuçta söylenenler hep aynıydı.
Özensizlik, aldırmazlık, insan hayatına bakış ve sıradan yaşamın getirdiği sonuçtu ölüm...
O günlerde de yığınla iddia ortaya atıldı.
Üzerine yığınla araştırma sorgulama yapıldı.
Bunları gerçekleştirenler de Özal'ı gerçekten seven, onunla birlikte yola çıkmış insanlardı.
Onlar da fazla bir şey bulamadı.
Ancak eşi ve oğlu ne zaman gündemden düşse Özal'ın ölümünü gündeme taşıdı; üzerinde spekülasyona yol açabilecek yığınla söylemi dile getirdi.
Devlet Denetleme Kurulu'nun soruşturması da yargının dosyayı yeniden açması da hep böyle zamanlarda başladı.
Sonuçta iddialarına kanıt gösterecekleri belgeleri dahi DDK'ya göndermedikleri dünkü raporla ortaya çıktı.
Hem iddiada bulunup, yığınla kişi hakkında şüphe uyandırıp, sonra iddialarına dayanak gösterdikleri belgeleri göndermemek nasıl izah edilebilir?
Türkiye bu dosyayı söylentilere bir daha neden olmayacak şekilde bu kez kapatmalı.
Komplo teorileri son bulmalı.
- Gençleşemiyoruz...4 gün önce
- Mr. Fico…6 gün önce
- Elektrikli otomobil savaşı...1 hafta önce
- Anneler günü…1 hafta önce
- Güç savurması…1 hafta önce
- Nüfus kalmayınca2 hafta önce
- Columbia'nın "dış aktörleri…"2 hafta önce
- Mirasın geleceği…2 hafta önce
- Metal yakalılar, mavi yakalıları yakalayamaz...3 hafta önce
- Evrenin Antarktika'da kaybolan büyük sırları3 hafta önce