TÜRKİYE, 2014’ten bu yana yapılan tüm seçimlerde karşılaştığı gibi bu seçimde de ilklerden birini daha yaşıyor.
Son iki Cumhurbaşkanlığı seçimi ilk turda bittiği için, ikinci turu seçmen gibi yaşamayan adaylar ve partiler de hazırlıklı değil.
O denli ki milletvekili seçilen bakanların durumu dahi tartışmalı…
Anayasa (106), milletvekilliği ile bakanlık görevini bağdaşmamasına karşın, görünen o ki yemin edene kadar görevlerine devam edebilecekleri gerekçesiyle ikinci tur sonuna kadar devam edecekler.
Hiçbir şey sonrasına ilişkin düşünülüp şartlara bağlanmadığı için de göç yolda düzülüyor.
On beş gün gibi kısa sürede propaganda sürecinin başlayıp bitmesi gerektiğinde bu denli kısa zaman diliminde nelerin yapılabileceği üzerinde adaylar ve kendisini destekleyen partiler kafa yoruyor.
Erdoğan ittifak ortakları ile strateji belirlemek için bir araya gelirken, Kılıçdaroğlu da ittifak ortaklarının yanı sıra iki büyükşehir belediye başkanı Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu ile gün boyu toplantı halindeydi.
PROPAGANDANIN MERKEZİ
Hepsinin de üzerinde yoğunlaştığı nokta milliyetçilik.
Çünkü sonuçlar da gösterdi ki bu denli ekonomik olumsuzluklar, deprem sürecinde olup bitenlerin hiçbiri seçmen üzerinde etki yaratmamış…
Terör odaklı milliyetçilik söylemleri muhafazakâr seçmenin oy davranışını etkilemiş...
Her iki tarafla dün yaptığım sohbetlerden anladığım şu ki, ikinci tur seçim propaganda dönemi yarın başlıyor.
Gelecek hafta sonuna kadar da yoğun bir program hedefleniyor…
Bu süreçte en çok kullanılması planlanan yerler ise televizyonlar, sosyal medya platformları.
Meydanlarda ise bir günde en az üç miting planlaması içindeler…
Bu kadar yoğun ve bir o kadar da hareketli seçimin odağında ise başta da belirttiğim gibi ağırlıklı olarak milliyetçi seçmenlere yönelik sözleri duyacağız.
Burada milliyetçi çizgiden gelen üçüncü aday Sinan Oğan’da toplanan %5,5 oyu da almak hedeflerinde…
Üzerinde durdukları, bu oyların ne kadarının kişiye, ne kadarının da tepkiye dayalı olduğu…
TUĞRUL TÜRKEŞ’İN MİLLİYETKÇİ LİG’İ
Bunlar bir yana, bu seçimin bize gösterdiği bir yenilik daha var…
O da seçim sonuçlarının milliyetçi ideolojileri daha öne çıkaran partilerin toplam aldığı oyun %25’i geçmesi…
Daha önce %17 seviyesine çıkıp, koalisyon ortaklığı getiren bu yeni durumun diğerinden farkı milliyetçi oyların farklı ittifaklar içinde yer alması…
Tam da bu noktada önceki gün AK Parti’den milletvekili seçilen, merhum Alparslan Türkeş’in oğlu, Tuğrul Türkeş sosyal medya hesabından dikkat çeken bir metin yayınladı.
YÜZDE 49,9 ALINCA DA OLMUYOR
Türkeş, geçen seçim döneminde de benzer bir tutum sergilemiş ve bu sistemin getirdiği yeniliğe dikkat çekerek, merhum Özal’ın siyasi yasakların kaldırılmasına ilişkin gittiği referanduma değinmiş ve şunları söylemişti:
“Yüzde 50 artı 1 almanız lazım. 49.9 aldığınızda ‘1 Kasım 2015’te 49.5 almıştım, 0.5 oyumu arttırdım’ diyemezsiniz. Referandumu kaybettin, iddianı kaybettin, bunu da sana 40 milletvekilli bir parti yaptırdı. Bunun bir bedeli olur; asgaride seçime gitmen gerekir gibi bir durumla da karşı karşıya kalabiliriz.”
NİŞ PARTİLER KADAR OLMALI
Bu seçim sonrası mesajında dikkat çektiği ise milliyetçi oyların yükselişi karşısında etkisini gösterememiş olması üzerineydi.
“Niş…” diye tanımladığı HDP benzeri %10 oy alan partilerin desteğini çekebilmek için adayların çaba gösterdiğini, ancak %25 oranına ulaşan milliyetçi partilere aynı özeni göstermediklerini belirtti.
Tuğrul Türkeş’i arayıp mesajının gerisinde yatan gerekçesini sordum.
“Her iki ittifak grubunun milliyetçiliğe önem veriyor/‘MUŞ’ gibi yaptıklarını, bundan dolayı da Türk milliyetçiliğinin konjonktürel gücünü göz ardı ettiklerini” vurguladı.
Seçimin galibinin çıkan sonuçlara göre “Türk milliyetçiliği” olduğuna da vurgu yaptı ve mesajında da önerdiği, “Milliyetçiliğin lig çatısı altında toplanması” düşüncesini dile getirdi.
LİG NASIL İŞLEYECEK?
Bunun nasıl sağlanacağını sorduğumda ise ABD, İngiltere ve Avrupa’da uygulanan “Politik lig” gruplarından söz etti.
Bir zamanlar danışmanlığını da yapan Sinan Baykent’in bu konuda kaleme aldığı yazıyı da yolladı.
Nasıl çalışması gerektiği konusundaki önerisinin başında, her milliyetçi liderin partisini kurma serbestisine sahip olduğu, ancak aynı masa etrafında oturup ortak politika belirlediği, hatta ortak aday tespit ettiği bir yapılanmadan söz ediyor.
İttifak gibi olmayan, ortak anlayış içinde hareket eden kulüp yapılanması da denilebilir…
Nitekim “Lider olmak isteyen kendi partisinde lider olsun, şu veya bu sosyal tabana dayanmak isteyen de o tabana dayansın...” diyerek yapının çerçevesini çizip ekliyor:
“Maksat şahıs veya sınıf iktidarı değil de hakikaten topyekûn bir fikrin iktidarı ise, o halde lidersiz, katılımcı tüm partilerin/ kuruluşların üst düzey yöneticilerinden teşkil edilecek bir yüksek kurulun yürüteceği partiler arası koordinasyonu temel alan, eylemlerde dayanışmayı ve seçimlerde ortak listeyi savunacak bir yatay organizasyon şematiği içinde böylesi bir lig kurulabilir...”
Bunun adını da “Birleşik Milliyetçi Ligi” olarak tanımlıyor…
Olması mümkün mü?
Özel yaşamlarında beraber, kurumsal kimliklerinde ise çatışmacı tutumları sürdükçe en azından kısa vadede gözükmüyor…