Yeni bir yol mu, yeni bir yapı mı?
AK Parti, 18’inci yaş gününü kutlarken ilk kez içinden ardı sıra “yenilenme” çağrıları geliyor.
Aslında bu yöndeki ilk açıklama da en tepeden, lideri, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan geldi.
Milletvekilleri ile seçim sonuçlarını ve parti içindeki yeni hareketi “kafalarına takmamalarını” istedi ve ekledi:
“Dört yıl sonraki seçimlerde milletin karşısına ilk günkü heyecanıyla ve 22 yıllık tecrübesiyle bambaşka bir AK Parti olarak çıkacağız...”
Bunu diğer etkin parti aktörlerinin açıklamaları izledi.
Partinin ikinci ismi Numan Kurtulmuş, “dili, üslubu ve politikasıyla AK Parti'yi ilk aşamaya döndürmekten” söz ederken, eski milletvekili Mehmet Metiner tartışmanın fitilini ateşledi:
“Yenilenmiş bir AK Parti’ye değil, yeni bir AK Parti’ye ihtiyaç var…”
AK Parti Grup Başkanı Naci Bostancı'nın yanıtı gecikmedi, “partilerin ömürlerine kararı halkın vereceğini, son seçimde 600 milletvekilinden 295’ini vererek bunu ortaya koyduğunu” söyledi.
Böylece Metiner'in sözüyle ortaya çıkan tartışmayı da bünyenin içine zerk etti.
METİNER'İN İSYANI...
Ancak asıl soru şu, Mehmet Metiner gerçekten yeni bir partinin kurulması taraftarı mı?
Metiner'i arayıp sordum, “Yahu günlerdir şaşkınlık içindeyim… Haşa diyorum…” diye söze girdi.
“Sözünü ettiğim, başkanlık sistemine geçilmesiyle birlikte partilerin eski yönetim yapılanması ile yol alamayacakları, yoksa başka bir hedefim yok; ben nasıl AK Parti bitti derim” hayıflanması içinde devam etti:
“İttifaklar olmadan iktidar olmanın imkansızlaştığı sistemde, eskiye dayalı genel merkez, teşkilat, il başkanı, milletvekili yapılanmasıyla nereye kadar gidebiliriz? Bir söz söyledim herkes kendince okuma yapıyor? Ne dediğimi kimse anlamak istemiyor…”
Durmadı, “AK Parti teşkilatının siyaset üretmekten uzaklaştığını, her şeyi liderden bekleyen anlayışa evrildiğini, bunun da sağlıklı olmadığını” vurguladı.
Değişimden kastının, yeni sisteme uygun parti yapılanması olduğunu da özellikle yazmamı istedi.
ÇIKILAMAYAN 2. EVRE
Peki, daha yakın zamana kadar hakim partinin tüm özelliklerini ve dinamizmini sergilerken, birilerinin eşya toplayıp ayrılık türküsü çağırdığı, huysuz ve huzursuzların çıkın hazırladığı kadroların ortaya çıkmasının nedeni ne?
Aslında bunu AK Parti’nin bugüne kadar yaşadığı evrelerde görmek olası…
İlk 10 yılda kendi tanımlamasıyla, “proaktif siyaset güderek, anti-Kemalist duruş sergilemeden, vesayetçi, ceberut devlet yapısıyla mücadele etti, demokratikleşmeyi çoğulcu yaklaşımla tüm kesimlere yaymayı” hedefledi.
AB sürecine hemen her kesimden, yeni Anayasa'ya da liberal soldan gelen “yetmez ama evet” desteği, “hakim parti” yaptı.
Kadın örgütleri başta olmak üzere, evleri, sokakları arşınlayan teşkilatıyla, yerelin siyasetini de üreten oldu, dinamik kitle partisine dönüştü.
İLK DÖNEMİN GETİRİSİ
Tüm kesimlerle müzakereyi esas aldı, karar alma süreçlerine hepsini katarak aralarındaki rekabeti arttırdı, bu da kendisine oy getirdi.
Muhafazakarından, demokratına, milliyetçisinden, radikal uçlarda yer alanına kadar farklı bileşenleri şemsiyesi altında topladı.
“AK Parti için iyi olan Türkiye için de iyidir…” algısını güçlendirip, yüzde 49.5 oya ulaşmasına katkı sağladı.
Bu AK Parti’nin birinci dönemiydi; 2010 Anayasa değişimi ve kurumların 2 yıl içinde buna uygun yapılanması için ayrılan zaman da eklenirse ilk dönem 2013’te kapandı.
İÇİNDEN ÇIKILMAZ DÖNEM
İkinci aşama ise yeniden yapılanmaya ayrılacaktı, ancak bir türlü içinden çıkılamayıp, üçüncüsüne geçilemedi.
Partinin 18. yaş gününde zaman tablosunda yer verilmeyen 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu ve eski Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile uzlaşılmayan sürece girildi…
Darbe girişimi, bitmeyen seçim süreçleri üçüncü aşamaya geçişin önündeki duvarları oluşturdu.
Önce 7 Haziran’da seçmene "Mesajını aldım gereğini yapacağım…" denildi, 1 Kasım’da eski oy oranına bu sayede ulaşıldı…
Cumhurbaşkanlığı, ardından başkanlık sisteminin ilk genel seçimi ve yerel genel seçim geldi.
Her bir seçim AK Parti açısından diğerinden biraz daha kayıpla sonuçlandı, bazı kesimler oy vermekten uzaklaştı.
GÜÇ İLE CEVVALİYET GİTTİ
Yerel seçim durumu daha da netleştirdi.
Numan Kurtulmuş’un sandık verilerinin de teyit ettiği tespitindeki gibi, “kentli milliyetçiler, muhafazakar Kürtler, liberaller ve cami cemaati İstanbul’da oy vermedi…”
Buna neden tek başına yeni sistemi beğenmemeleri veya sandığın ekonomik krize yakalanmış olması değildi…
Partinin dinamizmini oluşturan teşkilatın “metal yorgunluğu” diye tanımlanan cevvaliyetini kaybetme haliydi.
Buna da bir anda elinden gittiğini hissettiği "sistem içinde karmaşık hale gelen statüsü ve kimlik sorgulaması" yol açtı.
İlk yıllarda vilayetinin en etkili ismi iken, yeni sistemde kimseye ulaşamamaktan yakınır oldu…
Çünkü yeni sistem herkesi eşitledi…
Bakanı, bakan yardımcısını, genel müdürü, daire başkanını, valiyi ve de il başkanını tayin edip atayan Cumhurbaşkanı olduğu için herkes statüde kendini üstündekinin eşiti gördü.
Birinin diğeri üzerinde tahakküm kurma cesareti kalmadı, zaten diğeri de “Beni de Cumhurbaşkanı atadı…” diyerek tabanda eşitlendi…
HER ŞEYİ REİS'E HAVALE
Teşkilat da sadece pankart, afiş asıp, miting düzenleyen; yerelde politika yapmak yerine tayin, terfi, atama ve ilinin yatırım programlarını kimin icra edeceğiyle uğraşan, sosyolojik tabanının hızla değişen taleplerine uygun siyaset üretmekte geride kalan yapıya dönüştü.
Siyasal partiyi var eden olmazsa olmaz yapılardan koptu; bir zamanlar öteki partilerin korkulu rüyası olan örgüt kolları da toplum gündeminden uzaklaştı.
Mehmet Metiner'in üzerine basa basa anlattığı, “Herkes işi yukarı bırakmış. 'Reis (Erdoğan) nasıl olsa şapkadan yine tavşan çıkarır, bir yolunu bulup bizi iktidarda tutar' diyerek kendi sorumluluğunu unutan teşkilat var” tespitinde olduğu gibi tabanda kitle partisi olmak yerine, tüm sorumluluğunu tavana terk etti.
Tabanda güç kaybı yaşanırken, şemsiyenin açılması gibi tavan genişledikçe güçlendi, karar alma süreçlerinin neredeyse tamamını tavana taşıdı; ulaşamaz oldu; aradaki linkler koptu.
İstanbul'daki ilk seçimde daha belirgin gözlenen “istemezler dükalığının” parti içi çekişmesi de tuzu biberi oldu.
Huzursuz ve huysuzlukları gittikçe artan sendromlara yol açtı.
İTTİFAKTAN, SİYASİ BİRLİĞE
Bütün bunlara karşın, AK Parti Türkiye'de en yüksek sayıda ve dinamik tabana sahip.
İlk kurulduğunda var olan yüzde 15'in üzerine artı koyduğu yüzde 20 ile sabitlediği yüzde 35 bloku sağlam bir şekilde elinde tutuyor.
Geri kalan, ikinci sürecinde elde ettiği hareketli yüzde 15'lik kitle ise son iki sandık uzaklaştı.
Erdoğan bu açığı da seçim ittifakından, siyasi tahayyül birliğine dönüşen MHP'nin desteğiyle kapattı.
AK Parti ile MHP ilişkisi, liderinin de açıkladığı gibi vazgeçilmez siyasi temele dayalı birlikteliğe dönüştü.
Bu da karşısındaki bloku daha çeşitli, renkli ve çoğulcu yaparken, iktidar blokunun tekil görünmesine neden oldu.
DEĞİŞİM BEKLENTİSİ
Seçim sonrası da iki kez bu sütunda yer verdiğim gibi AK Parti içinde bugün yüksek oranlı bir değişim beklentisi var.
Milletvekilinden, il başkanına, ana kademelerden, en küçük hücresine kadar hemen her partili uzatılan ikinci dönemin kapatılıp, yeni sisteme de uygun yapılanma içinde birinci dönemde bırakılan yere dönülmesini arzu ediyor.
İkinci dönemdeki uzatmaların sonlandırılmasını bekliyor; diğer yandan da içindeki kopuşu takip ediyor.
HUYSUZLAR MI, SİYASET Mİ?
Aslında öyle büyük parçayı koparıp verecek merak da göstermiyor, önce kendi içindeki değişimi görmek istiyor.
Kendinden kopan huzursuzlar ve huysuzlar partisi mi, yoksa siyasette geleceği sunan, çoğulcu, demokrat, dönüşümün adresi mi olacağını, bir omzunu kapı kenarına dayamış gözetliyor.
Her işi yukarı havale etmiş vaziyette, 18'inci yaş gününde bisikletle partiden Külliye'ye gitmenin ötesinde ne analitik bir muhasebe ne de sempozyuma yer veriyor.
Bütün işi Erdoğan'a delege etmiş olmanın keyfini sürüyor…