Dil yarası
“ALFABENİN bulunuşunun marifeti, işaretlerinin yaratılması değil, her sesin bir işaretle gösterilmesidir...”
Kanadalı ekonomist ve iletişim bilimcisi Harold Innis sözüne devam eder: “Bir toplum, yazı sistemini değiştirerek diğer akraba toplumlarla bağını kesebilir...”
Yolundan giden iletişim bilimcisi Marshall McLuhan, teoriyi bir adım öteye taşır, “milliyetçiliğin matbaanın bulunmasıyla yükseldiğini” savunur.
İnsanların kilisede Latince vaaz dinlemek yerine, kendi dillerinde ibadet etmeye başlayıp yan kiliseden farklı olduklarını anladıkları andan itibaren milliyetçi ayrışmanın başladığını öne sürer.
ORTA ASYA BAĞI
Bütün bunları anlatmamın nedeni, tartışması devam ettirilen Osmanlıca öğrenimi.
Gelin, Innis’in teorisinden yola çıkan Prof. Dr. Nazife Güngör’ün şu iddiasını tartışalım: “Anadolu Türklerinin Orta Asya Türkleri ile bağlarının kopmasında Arapça ve Latince önemli faktör oldu...”
Yani, Anadolu Türklerinin 1500’lü yıllardan itibaren İslamiyet’i Arap yarımadasındaki gibi anlayıp yaşamak istemesi nedeniyle Arap alfabesini kullanmaya başlaması, Orta Asya Türklerinden kültürel anlamda kopuşu getirdi.
Cumhuriyet’in kuruluşu sonrası Latin alfabesine yönelmesi de iki taraftan birden koparttı.
Bir yandan din merkezli kültür bağı kurduğu Arap toplumlarından uzaklaşıp Batılı toplumlara yelken açtı, diğer yandan akraba topluluklarıyla kültürel bağından iz kalmadı.
Arapça, Farsça ve öz Türkçe kelimeler arasında kalmış, Arapça harflerle kendini tanımlayan Osmanlıca’nın etkisinde yüzyıllar geçirdi.
Ne gerçek burjuva kentli, ne de Anadolu insanı ve ozanı Osmanlıca’yı içselleştirdi; onlar türküsünü, deyişini, ninnisini ata dilinden derledi.
DİL ÖĞRENİMİ
Gelelim bir başka soruya...
Acaba 12 veya 13’üncü yüzyılda Türkçe seslerinin karşılığı işaretleri yaratıp alfabesini oluştursaydı, sonraki yüzyıllarda Orta Asya’daki akrabalarıyla ilişkisi nasıl gelişirdi?
Kendilerine ait fonetiği, iletişim teknolojisini oluşturduğu için bir başka yabancı dili öğrenmeleri daha kolay mı olurdu?
Soruyu yöneltmemin nedeni, eğitim ve öğretim hayatı boyunca gençlerin bin saatten fazla İngilizce dersi alıp, çoğunluğunun “yes-no”, “I am going...” aşamasını geçemeyen hali...
Bir süre önce TEPAV ile British Council’in ortaklaşa yaptıkları ankette, ilkokul öğrencilerinin % 21’i İngilizce eğitiminde daha başlangıç seviyesinde olduğunu söylerken, bu oran orta-lise öğretimde artıp % 32’ye çıkmış.
Sağlaması yapıldığında da aynı sonucu getirmiş.
İlkokulda iyi derece İngilizce öğrendiğini söyleyenin oranı % 10 iken, lisede % 6’ya inmiş.
Sonuç olarak, AB’nin dil konusundaki kıskanç iki ülkesi Fransız ile İspanyol’un bile arasında anlaşmak için kullandığı dünyanın iletişim dili İngilizce’yi bin saat ders alsak da öğrenmekte zorlanıyoruz.
Nedeni de teknik; yani lise sona kadar her aşamada başa dönüp tekrarlanan ve bıkkınlığa yol açan gramer öğretme çabası...
Durum böyle olunca anadilinin eklektik kelimelerden oluşan cümlesinin gramer yapısını bilmeden başka dili öğrenmek de kolay olmuyor.