Sungu Çapan'ın ardından
Sinema yazarı, grafiker ve gazeteci Sungu Çapan’ı kaybettik.
Tüm yakınları, arkadaşları ve sevenleri gibi son günlerde benim de aklımın bir köşesinde hep o vardı. Geçirdiği beyin kanaması sonrası hastanede yoğun bakımda yatıyordu ve temennimiz acı haberin hiç gelmemesiydi. Ama nisan ayının ilk gününde kaybettik onu…
Nerdeyse çocuk yaşta okumaya başladığım, sinema kültürüme önemli katkılarda bulunan yazarlardan biriydi. Başta Fransız sineması olmak üzere Avrupa sinemasını çok iyi bilirdi. Özellikle 1960’lı ve 1970’li yılların yenilikçi sinemasına hâkim bir yazardı. Bırakın interneti, İstanbul Film Festivali’nin dahi olmadığı bir dönemde sağlam sinema kültürüne sahip olmak ciddi çaba, zahmet ve emek isteyen bir işti. Sungu Çapan öylesi bir dönemde dünya sineması üzerine uzmanlaşmayı başarmıştı. Türkiye’deki sinema çevrelerinde bu yanıyla tanınırdı.
1968 – 1971 yılları arasında Fransa’da yaşadığı dönemde Paris Sinemateki’nin devamlı takipçilerinden biri olduğunu onu tanımadan çok önce öğrenmiştim. Hatta üniversitede aldığım sinema dersinde adı geçmişti. Dersi veren rahmetli Yavuzer Çetinkaya, iyi bir sinefil ve film eleştirmeni olmaktan söz ederken konuyu Sungu Çapan’a ve onun Fransa’da yaşadığı yıllarda vaktinin çoğunu Paris Sinemateki’nde geçirmesine getirmişti. Sinematek’te sürekli karşılaştıklarını, Sungu Çapan’ın kolunun altına sıkıştırdığı bütün baget ekmeğinden yaptığı sandviçle Sinematek’e ilk seansta girip akşam çıktığını söylemişti.
Sungu ÇapanO yüzden Sungu Çapan deyince aklıma hâlâ Fransız Yeni Dalga’sının heyecanlı yılları, 1968 ve Paris Sinemateki gelir. İstanbul Film Festivali’nde keşfettiğimiz klasiklerin çoğunu bilir; bize tavsiyeler verirdi. 1960’ların Fransız ve İtalyan yönetmenlerini onun kaleminden okumayı çok severdim. Eric Rohmer’in ‘Maud’daki Gecem’ (Ma nuit chez Maud) için yazdığı eleştirinin tadı hâlâ damağımdadır. Avrupa auteur sinemasını çok önemser, anaakım sinemaya belirli bir mesafeyle ama önyargısız yaklaşırdı. Amerikan anaakımı ve janr sinemasıyla benim kadar ilgilenmez ama bağımsız, yenilikçi sinemanın nabzını iyi tutar; bugün usta olarak anılan genç yönetmenleri gecikmeden keşfederdi.
Modern sinemanın ruhunu kavramış biriydi. Çünkü yıllar boyunca grafiker olarak yaptığı kitap ve dergi kapaklarından, görsel tasarımlarından da anlayabileceğimiz gibi modern sanatın ruhunu özümsemişti. Bunda Paris Sinemateki’nde geçirdiği yıllar kadar Devlet Güzel Sanatlar Akademisi (D.G.S.A.) Grafik Sanatlar Bölümü’nde aldığı eğitimin de kuşkusuz payı vardı.
Bazen ayrı düşsek de sinema zevkine çok güvendiğim biriydi. Milliyet Sanat dergisinde okumaya başlamıştım yazılarını. Cumhuriyet’teki yıllarında da onu takip ettim. Filmleri onun kaleminden okumayı severdim. Kurduğu o uzun cümlelerle yazıları su gibi akıp giderdi.
Eleştirinin sadece filmi beğenmek veya beğenmemekle ilgili olmadığı konusunda zihnimi açan yazarlardan biriydi. Okurlarına karşı duyduğu sorumlulukla yazar; bilgi, yorum ve değerlendirmeyi incelikle bir araya getirirdi. ‘Eli yüzü düzgün film’ başta olmak üzere benim kuşağımdan eleştirmenleri etkileyen birçok ifadesi olduğunu hatırlıyorum.
1990’lı yıllar, gazetecilikte yazar egolarının fazlasıyla öne çıktığı bir dönemdi. Sungu Çapan ise tüm bu süreçten zerre kadar etkilenmemiş, kendi bildiği tarzdan hiç vazgeçmemişti. Medyada olup bitenleri yakından takip eder, gidişatı iyi bulmadığını söylerdi. Dergiciliğe ve film eleştirmenliğine 1989’da başlayan benim gibi biri için o yıllardaki sağlam pusulalardan biriydi Sungu Çapan…
Onun kuşağından tanıdığım ve sevdiğim başka insanlarda da yakından görüp tespit ettiğim bir şeydir. Ve benim için çok değerlidir. Dünya nereye gelirse gelsin, onlar 1968 ruhundan hâlâ çıkmamış insanlardır. Hayata hep gençliklerinde durdukları yerden bakar ve o yüzden tüm rüzgarlara, fırtınalara karşı sağlam dururlar… Sungu Çapan benim için işte tam da böyle biriydi ve hep öyle kalacak.
Çok şükür, Sungu Çapan’la ilgili anılarımın sayısı hiç az değil. Büyükdere’deki kitaplar ve kedilerle dolu o evine gittiğim günü hiç unutamam mesela… Bir de Beyoğlu Sineması’nda ‘Büyük Lebowski’nin (The Big Lebowski) basın gösterisinden çıktığımız anı… Filmi çok beğenmenin ötesinde Jeff Bridges’in canlandırdığı 1968’den kalma eski hippi Lebowski karakteriyle Sungu Çapan arasında bazı benzerlikler bulmuştum. Beğendiğinden emindim ama yine de tepkisini görmek için çıkmasını bekledim. Tahmin ettiğim gibi çok sevmişti filmi. Yüzünde mutlu bir ifade vardı ve onu neden beklediğimi anladığı için gülümsüyordu. İkimiz de beş üzerinden beş yıldız vermiştik o filme. Bazen konuşmaya dahi gerek kalmadan anlaşabileceğim insanlardandı.
Aramızdaki yaş farkına rağmen hep ‘Sungu’ derdim ona. Sadece ben değil, galiba bizim kuşaktan herkes öyle hitap ederdi. Tanıştıktan sonra saygı, sevgi ve yakınlık duygusunu aynı anda hissettiğiniz biriydi.
Sungu’yla yakınlık dereceleri farklı arkadaşları, tanıdıkları olarak hepimizin ortak özelliği, onu kısa sürede sevmemiz ve bu sevginin hiç değişmeden sürüp gitmesi galiba...
Mütevazı kişiliği, profesyonelliği, sadeliği, cep telefonundan uzak duran ve evine bilgisayar sokmayan kendine özgü, minimalist tarzıyla, mesleğe 1990’larda başlayan bizim kuşak için çok özel biriydi. Ömrü boyunca hep geride, adeta perde arkasında kalmayı tercih etti. Sadece okurlarına karşı sorumlu hissetti kendini. Yazı insanıydı ve hep öyle kaldı. Kameraları sevmezdi. Bırakın televizyon programlarına katılıp konuşmayı, kameralara birkaç dakikalık görüş vermeyi dahi reddederdi. Hatta etrafta kamera görünce bir anda ortadan kaybolurdu.
Tartışma çıkarmayı ve sataşmayı pek sevmezdi. Ama sözünü ve görüşlerini hiç sakınmazdı. Yerli filmlere yazdığı eleştiriler nedeniyle bazı yapımcı ve yönetmenleri çok kızdırdığı; hatta bir filmdeki kötü adam karakterine ‘Sungu Çapan’ adı verildiği anlatılırdı. Bu hikâyeye güler geçerdik hep. Öte yandan, hakkı verilerek yazılsa Sungu Çapan’ın mükemmel bir film karakteri olacağını da bilirdik.
Onunla tanıştığım ilk gün fark etmiştim. Kendisinden söz etmeyi sevmiyor; iltifat ve övgüden hoşlanmıyordu. Geçmişinden söz etmesi için girişimde bulunsanız, ısrarlı sorular sorsanız dahi sohbette fazla ilerleyemezdiniz. Yine de sorularınıza kısa ama tatmin edici yanıtlar verirdi. Belki kendisinden söz etmeyi sevmezdi ama muhabbeti güzel insanlardandı. Uzun uzun sinema, futbol, sanat, politika ve kediler üzerine konuşabilirdiniz onunla. Çevresindeki dünyayı ve insanları sözgelimi benden daha iyi gözlemlerdi. Mizah duygusunu da çok severdim, beni çok güldürürdü.
Uğur Vardan, Tunca Arslan ve benim ısrarımla katıldığı birkaç tanesini bir yana bırakırsak İstanbul dışındaki festivallere gitmez; basın gösterileri hariç galalar, kokteyller, törenler ve açılışlardan uzak dururdu. Hep kendi adasında yaşamak isterdi sanki. Hayatının son dönemini Heybeliada’da geçirmesi de anlamlı geliyor bana.
Kameralarla arasının kötü olmadığını bilsem, belgeselini çektirmek için birilerini ikna etmem herhalde hiç zor olmazdı. Ne var ki, bırakın belgesel filmi veya sözlü tarih çalışmalarını, fotoğraflarda yer almak konusunda bile inanılmaz derecede isteksizdi. İnternetin yaygın olmadığı dönemde Sinema Dergisi’nde kullanmak için 3-4 gün fotoğrafını aradığımızı hatırlarım. Sahneye çıkmaktan da hiç hoşlanmazdı. SİYAD Onur Ödülü’nü almak için sahneye çıkar mı, çıkmaz mı, diye aramızda geçen konuşmalar hâlâ aklımda. Öyle ki, yıllar sonra bu yazıyı yazarken sahneye çıkıp çıkmadığından emin olamadım. Uğur Vardan’ı arayıp sorduğumda içim rahatladı. Çok şükür çıkmış, hatta Atilla Dorsay’la fotoğrafı bile çekilmişti.
Sungu Çapan, sinema yazarlığımızın tarihindeki önemli imzalardan biri olarak kalacak hep…
Sonraki kuşakları bilemem ama bizim kuşağın kalbinde hep ayrı bir yeri olacağından çok eminim.
Aramızdaki konuşmalarımızda adı geçtiğinde galiba hepimiz aynı şeyi hissederdik. Ondan söz etmek içimizi ısıtırdı.
Bundan sonra da hep öyle olacak. Yaşadıkça onu unutmayacağız…
- 'Yurt': Baskıyla büyümek…3 gün önce
- Bir rekabet komedisi: 'Çılgın Kahvaltılık'1 hafta önce
- 'Maymunlar Cehennemi' efsanesi sürüyor1 hafta önce
- Yasaları umursamayan ataerkil düzen1 hafta önce
- Aşk ve özyıkım2 hafta önce
- Manastırda gerilim ve dehşet: 'Arınma'3 hafta önce
- Dublörlere yazılmış aşk mektubu3 hafta önce
- 'Gün eksilmesin penceremden'3 hafta önce
- Amerikan 'İç Savaş'ını hayal etmek1 ay önce
- Kaç Vincent kaç!1 ay önce