Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Keşfet Resmi İlanlar

‘Cadılar Bayramı Sona Eriyor’ (Halloween Ends)… Filmin adını görüp ‘Halloween serisi gerçekten bitiyor mu? Hadi canım sen de…’ diyen çok kişi olabilir. Böyle düşünmekte sonuna kadar haklılar. Çünkü Hollywood’da devam filmi çekmek için öncekinin adına değil, yaptığı hasılata bakılır. Sonuçta, 1978’de John Carpenter’ın başlattığı, ‘şimdilik’ 13 sinema filmine ulaşan; yıllar içinde kitaplar ve resimli romanlarla büyüyen güçlü bir markadan söz ediyoruz. Ayrıca 12 filmin toplam hasılatının 774 milyon dolara ulaştığını da akılda tutmak gerekiyor.

Özetle serinin telif haklarına sahip olanlar için Halloween’in asla sona ermeyeceği kesin. Onlar bir yolunu bulup, adına ‘reboot’, ‘prequel’ derler ve çaresini bulurlar. Hatta, gerekirse ‘Cadılar Bayramı Sona Eriyor’un devamını bile çekerler. Yeter ki niyet etsinler…

Buna karşılık, filmin başlığında ne vadediyorsa onu dürüst bir şekilde yerine getirdiğini en baştan söylemek gerek: Senaryo ekibinde de yer alan yönetmen David Gordon Green, filmin adının seyirciye verdiği sözü tutuyor ve ‘1978’de başlayan hikâye’ye gerçekten noktayı koyuyor. Hem de hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde.

Belli ki, Halloween’in telif hakkına sahip yapımcılar, 44 yıl öncesine giden hikâyeyi sonlandırma şerefini David Gordon Green’e teslim etmekten çekinmemişler. Rob Zombie’nin 2007 ve 2009’da yönettiği iki vasat filmin ardından Halloween markasını, köklere dönüş stratejisiyle 2018’de yeniden ele alan ve gişelerde ulaştığı 255 milyon dolar hasılatla yapımcıların kasasını dolduran David Gordon Green’in böylesi bir onuru hak etmediğini kim söyleyebilir ki? Geçtiğimiz yıl yönettiği ‘Halloween Kills’ ile ulaştığı 131 milyon dolar hasılat da küçümsenemez.

Üstelik, üçlemesinin son filminde sadece hikâyeyi bitirmekle kalmıyor. Sanatsal özgürlüğünü sonuna kadar kullanıp gelmiş geçmiş en farklı Halloween filmini de çekiyor. Serinin tüm tarihi içinde Laurie Strode ve Michael Myers gibi iki temel karakteri koruyarak, 1978’deki öyküye bağlı kalarak ve alışagelmiş formattan sapmayı göze alarak gerçekten değişik yollara giren belki de tek film ‘Cadılar Bayramı Sona Eriyor’…

En önemli farklılık, Michael Myers’in filmin tek kötü karakteri olmaması… Kaldı ki, karakterlerin çoğu kötü ve itici. Çünkü film, Michael Myers’i ortaya çıkmasını sağlayan kötülüğün kaynağı olarak Haddonfield kasabasını ve orada yaşayan insanları gösteriyor. Daha şaşırtıcı olan, seride pek alışkın olmadığımız şekilde ‘kötülüğün kaynağına’ dair Laurie Strode’un kitabındaki cümleler üzerinden açık açık fikir jimnastiği yapılması.

Ayrıca Laurie Strode’un kasabada çoğunluk tarafından sevilmeyen, hatta Michael Myers’in son dönemdeki cinayetleri nedeniyle ‘kışkırtmayla’ suçlanan biri olduğunu belirtelim. İnsanlar ona pek iyi davranmıyorlar. Özetle kızını kaybetmenin şokunu atlatmaya çalışan Laurie’nin bu kez tek sorunu Myers değil, kasabadaki genel hoşgörüsüzlük ve düşmanca tutum…

Hikâyenin en farklı yanı ise daha açılış sahnesinden önümüze yeni bir karakter sunması. İlk bölümdeki şoke edici olay dahil, öykünün gelişimi üzerine ipuçları vermek istemiyorum ama filme 1978 yapımı ilk ‘Halloween’i hatırlatan şekilde, tek gecelik çocuk bakıcısı olarak giren Corey Cunningham’ın (Rohan Campbell) en az Laurie kadar önemli bir karakter olduğunu söyleyebilirim. Corey’nin senaryodaki tek işlevi, Laurie’nin torunu Allyson Nelson (Andi Matichak) ile duygusal yakınlaşması değil. Corey de kasabada dışlanan, suçlanan birine dönüşüyor ve Michael Myers ile daha önceden alışık olmadığımız tarzda bir etkileşim yaşıyor. Filmin ana karakteri hiç kuşkusuz Laurie; ama Corey yaşadığı değişimle öyküyü şekillendiriyor. Onunla ve Laurie’nin otobiyografik kitabındaki cümlelerle birlikte seriye pek alışık olmadığımız tarzda psikolojik bir derinlik geliyor.

İlk 30 dakika itibarıyla yaşadığım şaşkınlığı üstümden attıktan sonra, David Gordon Green’in ‘Halloween’in içinden karakter ağırlıklı sağlam film çıkarmaya niyet ettiğini ve dramatik yapıyı hiç de fena kurmadığını düşündüm. Ama dakikalar ilerledikçe filmle kurduğum duygusal bağı ve hikâyeye, karakterlere olan ilgimi kaybettim. Hatta özellikle sonlara doğru film, bence öyle abartılı bir hale geldi ki nerdeyse kendi kendisinin karikatürü oldu.

Son bölümde David Gordon Green’in çektiği sahneleri seyrederken gülmeye başladığımı dahi söyleyebilirim. Çünkü filmin adının hakkını vermek, seyircinin zihninde kuşkuya mahal vermemek için gerçekten aşırıya kaçılıyor ve bu aşırılık bence filmin gerilimini sıfırlıyor; finali biraz komik hale getiriyor.

Hem korku filmi hem karakter dramı yapmak kuşkusuz kolay değildir. David Gordon Green, öncelikle korku – gerilim için bilet alanları tatmin edecek bir iş koyuyor ortaya. Özellikle, grafik şiddet konusunda ileri gitmekten kaçınmıyor. Sonuçta, hayli ‘kanlı bıçaklı’ bir film seyrettiriyor bize. Ama başlangıçtaki iddiasını yerine getiremiyor ve seyircinin bir Halloween filminden beklentilerini yerine getirme gayreti her şeyin önüne geçiyor.

Bir başka sorun, ‘Cadılar Bayramı Sona Eriyor’un aynı anda birçok şeyi hedeflemesinde düğümleniyor galiba. Sözgelimi, Corey karakteri; Allyson, Laurie, Michael Myers ve kasaba halkıyla yaşadığı onca sorun ve çatışma yetmiyormuş gibi bir de anne problemi yaşıyor. Ayrıca Corey – Michael Myers arasındaki etkileşimin niteliği konusunda da filmde netlik yok. Dolayısıyla, Corey’nin yaşadığı değişim sürecinde belirsizlikler oluşuyor. Değişiminde içsel nedenlerin mi, yoksa dışsal nedenlerin mi baskın olduğu anlaşılmıyor. Belirli bir noktadan sonra, Corey’nin iradesini tümden kaybedip kaybetmediği de kesinlik kazanmıyor. Sonuçta, Corey iyi düşünülmüş ama bence iyi yazılamamış bir karakter. Laurie’nin torunu Allyson’un da iyi yazıldığı söylenemez. Corey’den çok çabuk etkilenip ondan hemen hoşlanmaya başlaması dahil Allyson, hikâye örgüsünde Corey ve Laurie’yi bir araya getirme işlevi dışında ne yazık ki derinlik kazanabilen bir karakter değil.

Filmin başında artık Michael Myers paranoyasından kurtulduğunu, ölüm korkusunu üstünden attığını ve iyiden iyiye olgunlaştığını gördüğümüz Laurie, sonuçta bütün hikâyeyi toparlayan karakter olarak çıkıyor karşımıza. Yazdığı kitap üzerinden filmin anlatıcısı aynı zamanda. Ama onda da serinin önceki filmlerine oranla yeni ve çok farklı bir şey yok. Hep o bildiğimiz Laurie işte…

Michael Myers üzerinden baktığımızda da saklandığı inini görmemiz dışında pek bir değişiklik yok gibi görünüyor. Kasabayla ilişkisi açısından Stephen King’in ‘It’indeki palyaçoyu akla getiren bir yanı var. Sonuçta, yine aynı cani. Koşmuyor, acele etmiyor. Sinsice, sessizce hareket ederek evlere sızıyor; köşeye bucağa siniyor ve tek bir ses ya da hırıltı çıkarmadan cinayet işlemeyi sürdürüyor. Sadece öldürmek için yaşıyor. Arada başka nesneler tercih etse de favori cinayet aleti yine keskin ve büyük mutfak bıçağı. Nerdeyse metafizik nitelik taşıyan dayanıklılığını, bir türlü ölmemesini neye borçlu olduğunu yine anlayamıyoruz. Ama yine de bir farklılık var. Malum, önceki filmlerde Myers’in hangi amaçla ve neden öldürdüğü konusu hep biraz belirsizdir. Burada ise nedenler belli. Ama bu değişikliğin filmin lehine işlediğini söylemem mümkün değil. Hatta tam tersine Myers’in korkutuculuğunu biraz yitirdiği dahi söylenebilir.

2018’de David Gordon Green’in yönettiği ilk film üzerine yazarken Myers'in en korkutucu yanı ve serinin başarısının sırlarından biri olarak taktığı maskedeki donuk ifadenin ürperticiliğini işaret etmiştim. Serinin gelecekte aynı maske üzerinden devam edeceğini tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok. Finalde de maske üzerinden açık bir kapı bırakılıyor zaten…

Sonuçta, David Gordon Green bizi şaşırtan farklı bir Halloween filmine imza atıyor. Serinin gördüğüm filmleri arasında bir sıralama yapsam büyük ihtimal 1978 yapımı ilk filmin ardından ikinci sıraya koyardım. Çünkü en azından hikâyesi, karakterleri ve yaklaşımıyla yeni bir şeyler yapmaya çalıştığını inkar edemem. Üstelik, merkezdeki üç karakteri canlandıran Jamie Lee Curtis, Rohan Campbell ve Andi Matichak, ellerinden gelenin en iyisini yapıyorlar. Michael Simmonds imzalı görüntüleri de iyi buldum. Buna karşılık, bir bütün olarak beğenip sevdiğimi söylemem mümkün değil.

Önceki filmlerde olup bitenleri unutanlar ve David Gordon Green’in üçlemesinin ilk iki filmini seyretmeyenler üzülmesin. Çünkü ilk bölümde 1978’e kadar giden hikâyenin kısa bir özeti geçiliyor

5.5/10

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar