Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Keşfet Resmi İlanlar

Geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nde en iyi senaryo ile FIPRESCI ödüllerini kazanan; Altın Küre’de en iyi yabancı film seçilen; birçok eleştirmen birliği tarafından 2021’in en iyisi olarak belirlenen ve uluslararası film Oscarı’nın favorileri arasında gösterilen ‘Drive My Car’ (Doraibu mai kâ) geçtiğimiz cuma Türkiye’de gösterime girdi.

‘Happy Hour’ (2015) ve yine 2021 yapımı ‘Çarkıfelek’ (Wheel of Fortune and Fantasy) ile dikkat çeken Japon yönetmen Ryusuke Hamaguchi’nin, senaryosunu Takamasa Oe ile birlikte yazdığı film, Haruki Murakami’nin 2014’de yayımlanan ‘Kadınsız Erkekler’ başlıklı kitabındaki ‘Drive My Car’ adlı öyküsünden uyarlandı. Hayli serbest bir uyarlama olan senaryoda aynı kitaptaki ‘Şehrazat’ ve ‘Kino’ gibi öykülerinden yararlanıldığını da belirtelim.

‘Drive My Car’ yatakta anlatılan bir tutku hikâyesiyle başlıyor. Sadece giriş bölümünü dinlediğimiz hikâye, sevgilisinin evine gizlice girip odasında vakit geçiren genç bir kızla ilgili… Film ilerledikçe öyküyü anlatan Oto (Reika Kirishima) adındaki kadının televizyon için senaryolar yazdığını, eşi Yusuke Kafuku’nun (Hidetoshi Nishijima) ise deneyimli bir tiyatro oyuncusu ve yönetmeni olduğunu görüyoruz.

Özellikle son bir saatinde en başından itibaren odağını çok iyi belirlemiş bir film olduğunu anlasak da ‘Drive My Car’, uzun süre hedefsiz, dağınık ilerleyen bir film izlenimi veriyor. Öyle görünüyor çünkü ilk bölümde aldatma, hastalık ve ölüme tanık olsak da ana karakter Kafuku’nun duygularını, düşüncelerini tam olarak anlayamadığımız için olup biten her şeye uzaktan bakıyor; hikâyenin nereye doğru gideceğini kestiremiyoruz.

Film başladıktan, yaklaşık 40 dakika sonra gelen jeneriğinden de anlaşılacağı üzere hiçbir konuda acelesi yok filmin. Süresini uzun tutmaktan çekinmeyen sakin bir temposu var.

Kendi adıma konuşursam, dikkat ve sabır isteyen bir film olduğunu düşünüyorum. Çünkü yönetmen seyirciyi yakalamak için ‘olta atmıyor’, dramatik gerilimi ayakta tutmak için özel çaba sarf etmiyor. Kaldı ki, bizi alıp götüren bir hikâye örgüsü yok. Eşinin ölümüyle sona eren ilk bölümü bir yana bırakırsak, Kafuku’nun konuk yönetmen olarak ‘Vanya Dayı’yı sahnelemek için geldiği Hiroşima’da uzun süre filmin hayli düz bir akışı olduğu söylenebilir. Önce özel şoförü Misaki Watari (Tōko Miura) ile tanışıyoruz. Sonra ilk bölümde eşinin tanıştırdığı genç erkek oyuncu Koji Takatsuki’nin (Masaki Okada) katıldığı oyuncu seçmeleri ve okuma provalarına tanık oluyoruz. Birkaç küçük gerilim dışında dramatik çatışmaya şahit olmuyoruz.

Ne var ki, bar çıkışında Misaki’nin sessizce sürdüğü otomobilin arka koltuğunda Kafuku ve Koji’nin yaptıkları konuşmayla birlikte ‘Drive My Car’ adeta başka bir boyuta geçiyor. Bu uzun konuşma sırasında sadece ilk bölümde olup biten olaylara farklı bir gözle bakmıyoruz. Hikâye Oto ile Kafuku’nun evliliklerinin geçmişine kadar uzandıkça, film baş döndürücü bir derinlik kazanıyor. Koji’nin otomobilden inmesinin ardından Kafuku ve Misaki arasında gelişen diyalogları, sigara içerken paylaştıkları sessiz anları ve sunroof’tan çıkan o iki eli unutmamak gerekiyor. Bu iki sahneyle beraber ‘Drive My Car’ın etkisi, finale kadar her geçen an biraz daha artıyor. Filmin etkisi, dramatik gerginliklerden ziyade karakter psikolojilerinin derinleşmesinden geliyor.

Filmdeki tiyatrocuların ‘Vanya Dayı’yla kurduğu bağ, bizim filmle kurduğumuz bağı yansıtan bir ayna gibi. Film, bizi oyuncunun metinle kurduğu ilişki üzerine düşündürüyor. Kafuku’nun tiyatro yönetmeni olarak oyuncusu Koji’den ne istediğine baktığımızda, aslında hep aynı çabayı görüyoruz. Kafuku, okuma provalarından başlayarak Koji’nin öncelikle ‘metni duymasını’, yani metinle dolaysız bağ kurmasını istiyor. Oysa Koji’nin aklı hep oynamakta, oyunculuğunu göstermekte… Kafuku, ‘Metnin sana sorduğu sorulara yanıt ara’ dediğinde Koji ne demek istediğini pek anlayamıyor. Kafuku tüm oyuncuların önce metnin derinlikte yatan anlamları bularak içselleştirmesini, sonra kendi aralarında etkileşim yaşamalarını ve en sonunda da seyirciyle bağ kurmalarını istiyor. Kafuku bir sahnede ‘Çehov oynamak tehlikelidir. Metin seni kendinle yüzleştirir’ diyor.

Belli ki Kafuku’nun oyunculuktan ve tiyatrodan anladığı ilk şey, yazarın söyledikleriyle düşünsel, duygusal bağ kurmak, sonra da bunu seyirciye yansıtmak… Film bittiğinde, Kafuku’nun Çehov’un ‘Vanya Dayı’sı ile kurduğu derin bağın benzerini biz de ‘Drive My Car’ ile kuruyoruz. Kaldı ki, Kafuku’nun tiyatro ve oyunculuk üzerine söyledikleriyle yönetmenin sinemaya yaklaşımı arasında çok fark olmadığını düşünüyorum. Yönetmen Ryusuke Hamaguchi’nin filmin sonlarına doğru sözü tümüyle Çehov’a ve onun diyaloglarına bırakması şaşırtıcı değil. Böylelikle Çehov’un ‘Vanya Dayı’sı ile filmin anlam katmanları artıyor. ‘Drive My Car’, ‘Vanya Dayı’ oyunuyla ilişkisi üzerinden eleştiri kuramcılarının ‘metinlerarası’ dediği alana giriyor.

Sahnede aynı oyunu oynayan ama farklı dillerde konuşan oyuncuları buluşturan tiyatro anlayışının da film için metafor olduğu söylenebilir. Okuma provasında bazı oyuncular anlamadıkları dilde konuşan oyuncularla çalışmanın zor olduğunu, konsantre olamadıklarını söylüyorlar. Süreç geliştikçe Kafuku’nu neden okuma provalarında o kadar ısrar ettiği anlaşılıyor. Çünkü ona göre konuşulan dilden ziyade tüm metnin anlamı önemli…

Filmin kalbindeki mesele sadece insanın hayattaki her acıyla baş edemeyeceği gerçeği değil. Hayata devam edebilmemiz için kendimizle yüzleşmemiz ve suçlarımızı kabul etmemiz gerektiğinin de altı çiziliyor. Oto’nun ilk sahnede anlattığı hikâyenin nasıl bittiğini unutmamak gerek. Öyküdeki kız, kendini ifşa ediyor; eylemlerinin sorumluluğunu üstüne alıyor. Yaşasaydı Oto’nun da aynısını yapabileceğini ve Kafuku’nun her an gelebilecek bu ifşa anından korktuğunu hissettiğimizde, her şey yerli yerine oturuyor. Kafuku ve Misaki, karlar altındaki köyde yıkıntılara bakarak sadece suçlarıyla yüzleşmiyorlar; biri eşi, diğeri annesiyle asla kapanamayacak hesapları üzerine de düşünüyorlar. Misaki’nin annesi ve Oto, sırlarıyla ölen gizemli karakterler. Kafuku ve Misaki’nin cehennemi haline gelen sırlar bunlar… Bu cehennemden tek çıkış yolu ise ‘Vanya Dayı’nın finalinde işaret diliyle konuşan oyuncunun canlandırdığı karakterin söyledikleri…

Popüler genç oyuncu Koji’nin kendi cehenneminden çıkıp çıkmayacağı ise belirsiz kalıyor. Koji, tiyatro ve oyunculuk üzerine provalar sırasında onu özellikle zorlayan Kafuku’dan çok şey öğreniyor. Buna karşılık, otomobildeki konuşma sırasında insanın başkaları ve kendisiyle kurduğu ilişkiler üzerine çok anlamlı şeyler söyleyerek Kafuku’ya adeta ders veriyor. Koji’nin bizi de şaşırtan bu beklenmedik bilgeliğinin kökeninde çektiği acılar var. Dahası filmin ilerleyen bölümlerinde, bu konuşmadan hemen önce bir insanı feci şekilde dövmüş olduğunu keşfediyoruz. Haruki Murakami’nin eserlerinde de karşımıza çıkar: İnsan bazen içgüdülerinin esiri olup bilinçdışının karanlığına girdiğinde düşüncelerini özgür kılabilir. Koji içindeki şiddeti serbest bıraktığında ve dönüşü olmayan bir suç işlediğinde galiba her şeyin özünü görebilir bir hale geliyor.

Gizem, Murakami’nin birçok eserinde bilinçdışının karanlığıdır. Filmdeki dört karakterin o karanlığa girip çıktığını görüyoruz. Hayatta sürücülük yapmaktan başka hiçbir şey bilmeyen Misaki ile entelektüel Kafuku’yu aynı dalga boyuna getiren de bu karanlığa girip çıkma deneyimi… Kafuku karanlıkla aydınlık arasında bir karakter. İşaret diliyle konuşan oyuncuyu niye seçtiğini Vanya Dayı’nın finalinde daha iyi anlıyoruz. Belli ki Kafuku umuda, direnme yetisine ve iyiliğe ihtiyacımız olduğuna inanıyor.

‘Drive My Car’, finalinden de anlaşılabileceği gibi özünde duygusal bir film. Senaryoda evlat kaybı, ölüm, aşk, tutku, yalnızlık korkusu gibi bildik tanıdık motifler var; ama ana akım sinemanın bu temalara getirdiği genel geçer yaklaşımların hiçbiri yok. Sözgelimi, Kafuku – Oto ve Koji arasındaki bağ çok girift. Benzerine az rastlanır bir aşk üçgeni bu… Kafuku ve Koji’nin, ‘Oto’yla ilgili eksik parça’yı bulmak için birbirleriyle yakınlaşmaları, öykünün en güçlü yanlarından biri.

Doyuma ulaşmamış cinsel arzu ile yazarlık, sanatçılık arasında kurulan bağlara alışkınız. Bu filmde ise daha farklı bir şey var: Cinsel doyumla öykü anlatma arasında bağ kuruluyor. Senaryonun bir başka güçlü yanı da Oto’nun acıya bu şekilde direnip hayata tutunması…

Kafuku ile Misaki’yi sürücülük tekniğinin birleştirmesini unutmayalım. Otomobilini âşık olduğu Oto dahil kimseye kullandırmak istemeyen obsesif Kafuku’nun Misaki’de aradığı ideal sürücüyü bulması, filme adını veren mucizevi bir durum aslında. Onları birleştiren bu sürücülük becerisinin kökeninde ağır acılar olması ise öyküye ayrı bir boyut ekliyor

Yeri gelmişken, Kafuku’nun 15 yıllık kırmızı Saab 900’ünün filmin en önemli ve anlamlı mekânı olduğunu; finalde bir metafora dönüştüğünü belirtelim. Murakami okuyanlar bilirler. Yazar, otomobil markalarını vererek sürücülerin araç, motor ve yolla kurduğu ilişkileri duyular çerçevesinde anlatmayı sever. Tıpkı bu filmde olduğu gibi, Murakami için yolda olma hali, otomobilin içinde gidiyor olmak, yeni ruhsal keşifleri işaret eder.

‘Drive My Car’, alıştığımız tarzda bir yol filmi değil. Kafuku ile Misaki’nin son bölümde karlar altındaki köye yaptıkları uzun bir yolculuk var ve orada her şey yol filmine dönüşüyor; ama galiba asıl olarak, ‘giden bir otomobilde olma kafası’ var filmde…

‘Drive My Car’ roman okur gibi seyrettiğim bir film oldu. Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Kış Uykusu’ ve ‘Ahlat Ağacı’nda olduğu gibi edebi derinlik, Çehov tarzı psikolojik gerçekçilik var filmde. ‘Drive My Car’ın farkı Çehov’a Murakami’nin karakterlerini eklemesi… Bu tür ‘edebi filmler’in ana akım içinde kendilerine yer bulması belki mümkün değil ama son dönemlerde festivallerde yükselişe geçtiklerini, eleştirmenler ve sinemaseverlerden destek bulduklarını düşünüyorum.

Yönetmen Ryusuke Hamaguchi karakterlere, diyaloglara odaklanan mütevazı bir anlatım tutturuyor. Filmin en önemli sahnelerinde kamerayı karakterlere kilitliyor; her şeyi metne ve oyunculuğa bırakıyor. Filmin bütününde kameranın varlığını unutturuyor. Ama Kafuku ve Misaki’nin konuşma engelli oyuncu ve eşinin evine gittikleri yemek sahnesinde tuhaf bir çekime imza atmaktan çekinmiyor. Kafuku’nun ilk kez Misaki’nin sürücülük becerilerini övdüğü konuşmadan sonra kamera yere doğru eğilen Misaki’yi takip etmiyor ve masa seviyesinde kalıyor. Bir süre sonra kamera aşağıya doğru indiğinde, Misaki’nin evdeki köpeği sevdiğini görüyoruz. Kameranın varlığını hissettiğimiz, filmin bütününde ayrıksı duran bir sahne bu. Ama sahnenin anlamını ve Misaki’nin mutlu yüz ifadesini ilk kez göreceğimiz hesaba katıldığında, çok da tuhaf bir tercih değil.

‘Drive My Car’, üstüne düşündükçe, ayrıntıya indikçe daha çok sevdiğim bir film oldu. Aldığı ödüller ve övgülerin hepsini fazlasıyla hak ettiğini düşünüyorum.

8.5/10

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar